Ocak 25, 2008

Tatil öncesi son yazı;ilk sobe ve ilk cevap...





Önüm arkam sağım solum sobe :))))

ne çok oynardık çocukluğumuzda saklambaç ,sobelemece, yakantop,istop,dombili oy oy oy ne günlerdi...

büyüdük kocaman olduk bu kez perili köşk bloglar arası oyun alemine davet etmiş de haberim olmamış...

Hemde konu bu aralar en dertli olduğum kendime yap da kurtul tembel die sık sık kızdığım YAPMAYI ERTELEDİĞİMİZ KOLAY ŞEYLER;

Neler yok ki...

~ 1 numaraya uzun bi zamandır zevkle binbir hevesle aldığım 1000 parçalık puzzlee ı ekliyorum efendim aldığımın ilk haftası 780 küsür parçası yerleştirilmiş (arta kalan parçalar tek tek sayılarak ulaşılmış rakamdır ) misafirlerin gelmesi ile arka otaya itelenmiş sonra bi türlü salona terfi edememiş boynu bükük garip puzzle ım...

~ 2 numarada bu sefer daha da uzun bi zamandır bekleyen annemin dağılan çok sevdiği ben dizicem onları die el koyduğum sahiplendiğim incilerini yerleştirmek istiyorum getir incilerimi dizdiricem onları isyanlarına rağmen hala büyük bi azimle ben dizicem onları die çekmecede bekletiyorum...

~ 3 numaraya nefretttttt ettiğim ütüleri yazmasam hayatta olmaz ...

~ 4 numaraya 3 buçuk yıllık evliliğimize rağmen hala stüdyo fotoğraflarımızı (albüm dışındakileri tabii o kadar da diil yani :)) ) çoğaltamamış olmamı ekliyorum ki fotoğrafçının önünden de pek sık geçerim yani...

Die bu liste uzaaaaaaaar gider gece gece bu kadar yeter di mi diyerek evcilik lezzetler ,ab-ı hayat ve dide yi sobeliyorum elim sizde :)))

ve tatile son bir ki üç dört die zıplıyorum bi süre uzaklarda olucam ama ara ara takılıcam tabii ki...

hepinize güzel günler diliyorum...

Ocak 24, 2008

VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ...


Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı,
ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık...
Vurulduk ey halkım,
unutma bizi

Yoksullugun bükemedigi bileklerimize,
çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren
birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını,
birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım,
unutma bizi.

Fidan gibi genç kızlardık;
hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında,
yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle,
direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından,
utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım,
unutma bizi.

Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde
öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım,
unutma bizi.

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi
dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı,
ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım,
unutma bizi.
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler,
sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım,
unutma bizi.

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa,
devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik,
sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım,
unutma bizi.

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk,
komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik,
kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı
dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım,
unutma bizi.

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı,
pranga vurulmus ellerimiz ve
ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık.
İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik
boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım,
unutma bizi.

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında
vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı,
ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.

ÖFKELERİNİ BİR GÜN BİLE KARŞISINDAKİLERE
BAĞIRMAMIŞ İNSANLARIN GÖZLERİ ÖNÜNDE
ÖLDÜRÜLDÜK.

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına,
bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım,
unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkim unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz
ey halkım, unutma bizi.

UĞUR MUMCU

Ocak 23, 2008

vee kızıl nehirler de bitti...


Biz Efendileriz, Biz Köleleriz.
Biz Her Yerdeyiz, Hem de Hiçbir Yerde.
Biz Karar Verenleriz.
Kızıl Nehirlerin Hakimiyiz.

Kalbinize güvenmiyorsanız ya da ocakta yemeğiniz varsa, bu kitabı okumaya başlamayın. Grange'nin sınır tanımayan hayal gücü, sürekli artan gerilim, etkileyici karakterler, birbirinden korkunç cinayetler; hepsi daha ilk satırlardan itibaren size hükmedecek...
Soluk kesen bir tempo.İki sıradışı insanın çevresinde gelişen olaylar: biri enerji dolu, tecrübeli bir polis, diğeri sokaklardan gelme Mağripli bir çaylak...

Diyor kitabın arka sayfasında , mükemmel kurgulanmış bir kitap,son derece akıcı ve heyecanlı bi kere başladın mı bi türlü elinden bırakamıyosun.hatta öyle anlar oldu ki gece karanlık odada yalnızım acaip korkuyorum fakat kitabı bırakıp diğer odaya hem meraktan hem korkudan gidemiyorum :))
Fakat şunu söylemeliyim ki okuyanlar bilir fazla detay vermicem okumayanlar için ipucu olmasın, katilin ortaya çıktığı ilk anda bunda var bişi dedim ama böylesi bi kurguyu tahmin etmemiştim. Olaylar bütünü çok etkileyici birbirinden bağımsız gibi görünen iki durumun çok alakasız gibi duran ip uçlarından yola çıkarılarak tek bi olay olduğunun ortaya çıkması ve olayın açığa kavuşması son derece etkileyici....
Kesinlikle okunmalı,Grange in daha önce de Leyleklerin Uçuşunu elime almış fakat araya başka kitaplar girip okuyamamıştım Kızıl Nehirlerdeki etkileyiciliğin üzerine onuda ilk fırsatta okunacaklar listesine aldım...

Listeye göre :)) Kulin 'in Veda sına başlicaktım ama bugün okulda 3 saatlik boşlukta sınıf kitaplığından Balzac ın Vadideki Zambak ını aldım (üzerindeki etiketten de görüldüğü üzre )ve okumaya başladım betimlemeler son derece etkileyici,böylece Veda yine okunacaklar kısmında kaldı...

Uzun zamandır kitap okuyamamaktan yakınıyordum ama artık eski bol kitap okur dönemlerime adım adım ilerliyorum ...
Acaip keyifli bişii kitap okumak keşke herkes bu keyfe varabilse ...

Ocak 22, 2008

pazar keyfi;pizza kanepeler...

güzel bir hafta sonunun ardından selam!!
seviyorum hafta sonlarını ,yarı yıl tatillerini ,yaz tatillerini bu sebeple tam kendime göre bi meslek seçtiğimi düşünüyorum.tabii ki bu düşüncemde ki tek sebep tatiller diil şüphesiz ama yazın o kavurucu sıcağında çalışıyor olma fikri bile bi kabus benim için ...
fakat bunların dışında da seviyorum mesleğimi insan şekillendiriyoruz hiç kolay hafife alınacak bi meslek diil ama bişeyler öğretebilmek yansımalarını öğrencilerin üzerinde görebilmek çok güzel...

bu noktada bi ahhh çekmek istiyorum keşke herşey yolunda gitse bizim istediğimiz gibi yön bulsa her öğrenciye ulaşabilsek....

nerden nereye güzeldi hafta sonu hava güzel olduğu zaman herşeyin yönü değişiyo zaten benim için yaza aşık biri olarak severim güneşli güzel günleri...

asıl amacım amasra yı anlatmaktı aslında cumartesi havanın güzel oluşunu fırsat bilerek amasra ya gidelim dedik heyy dedim ne güzel fotoğraflar çekicem bloğa eklicem bide amasra yı anlatıcam kaçıncı gidişim olursa olsun her seferinde kendimi mutlu hissediyorum adım adım dolaşıyorum herbir yerini...

eee arabaya bindik ki makineyi aldım elime uyarı yanıp sönüyor hadiii şarj yok tabi tüm heveslerim söndü artık bi dahaki sefere dedim bekleyin....

pazar yine güneşli bi gün güneş her ne kadar ısıtmasa da aydınlığı yetiyor benim içimi aydınlatmaya...

dedim yapalım güzel bi pazar kahvaltısı , specialimiz de olsun pazar kanepesi;
pratik tariflerin sahibesi olan benden yine bir pratik tarif,ama bir o kadar da süper bir tarif...

Malzemeler

~ kepekli tost ekmeği ( istediğiniz şekilde ekmek dilimleri olabilir)
~ sucuk
~ kaşar peyniri
~ 1 yumurta
~ küp küp doğranmış domates
~ bir kaç tane yeşil biber olmazsa olmaz
~ bir kaç damla zeytin yağı istenirse üzerine tereyağı

Yumurta çırpılır tüm malzemeler minik minik doğranarak yumurtaya karıştırılıp ekmek dilimlerinin üzerine sürülür 200 derece de istediğiniz kıtırlık derecesine gelip malzemeler pişene kadar fırınlanır ve afiyetle yenir...

Mutlu hafta sonları evet evet şimdiden :))

Ocak 19, 2008

seni düşünmek güzel şey...

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

NAZIM HİKMET

Nazım Hikmet in sözleri Ezginin günlüğü'nün bestesi ile buluşunca ne kadar muhteşem olmuş,en sevdiğim şarkılardan biri en sevdiğim şair ve en sevdiğim gruplardan...
insanın içine huzur veren sözler,sesler,melodiler...


Ocak 17, 2008

sosyete mantısı yaptım en yalancısından :))

üniversite son sınıftayım,yemek konusunda annemin hazırlayıp gönderdiği dolabı doldurduğumuz yemekleri sarmaları sadece pişirmekle en fazla şehriye çorbası haşlanmış tavuk salata yapmakla sınırlı olduğumuz bi dönemde yine bizim bölümden yakın arkadaşımızda kalıp ders çalışıp muhabbet seanslarından birinde bize özel hazırladığı süper lezzetlerden biriydi sosyete mantısı bayılmıştık ...

Çok sevdiğim halde çok da pratik olmasına rağmen bi türlü o günden sonra yapmamıştım sosyete mantısı.Geçenlerde aklıma geldi bloglar arsında araştırdım biraz ,biraz ondan biraz bundan birazda benden diyerek evde olanları da kullanarak, kolayına kaçıp kızartmak yerine fırınlayarak hazırladım sosyete mantısını eşime de sürpriz yaptım nasıl yani bana daha önce nasıl yapmazsın bunu harika bu diye diye bi çırpıda bititrdik :))

Malzemeler:
~ yarım kg yufka
~ 300 gr kıyma (göz kararı)
~ 1 orta boy soğan
~ tuz ,karabiber
~ 1 su bardağı yoğurt
~ 1 su bardağı tavuk suyu
~ 1 çorba kaşığı zeytinyağı
~ 1 kaşık tereyağ
~ pulbiber ve nane

Yufkalar -3 tane- üst üste konularak 4 parçaya ayrılıp 12 çeyrek yufka elde edilir.Sonra kıyma bir tencereye alınarak kısık ateşte kavrulduktan sonra soğan tuz ve karabiber eklenerek soğanlar pişene kadar devam edilir.Bu esnada bir kapta yoğurt tavuk suyu ve zeytinyağı çırpılır.
Kıymalar iyice kavrulduktan sonra her bir çeyrek yufkanın üzerine yoğurtlu sos sürülerek kıyma kenar kısımlarına konulup gül böreği şeklinde sarılır ve fırın tepsisine dizilir en son kalan yoğurtlu sosdan böreklerin üstüne de sürülerek 200 derecede börekler kızarana kadar pişirilir.
Üzerine sarımsaklı yoğurt döküldükten sonra tereyağında pulbiber gezdirilir ve nane ile süslenerek servis yapılır.Göze gönüle mideye hitap edilerek afiyetle yenilir :))

Ocak 16, 2008

kitap okumak istiyorummmm!!!!

En çok sevdiğim şeylerin başında kitap okumak geldiği elime aldığım bi kitabı okur gibi diil de sanki yaşarmış gibi bi solukta bitirdiğim halde son zamanlarda bi türlü kitap okuyamıyorum...
Baba ve piç ilk kez bir kitap aylarca süründü elimde...
Nihayet bitirdim...

Baba ve Piç, İstanbul-San Francisco hattında gidip gelen bi kitap; Müslüman-Türk Kazancı ailesiyle Ermeni asıllı Amerikalı Çakmakçıyanların 90 yıla yayılan öyküleri iç içe. Kederli bir geçmişi tamamen unutmak mı daha doğru, geçmiş bilincini beraberinde taşımak mı? Diğer yandan bir kadınlar romanı Baba ve Piç: Erkeklerin apansız ve açıklamasız ölüverdiği, geriye hep kadınların kaldığı bir sülaleden dört kuşak kadının hikâyesi. Ermeni soykırımı yapıldığı inancı ve nefretiyle büyümüş Amerikalı Ermeni Armanuşun köklerini bulmak ve bu gerçekle yüzleşmek için Türkiye ye gelişi ,Türk Kazancı ailesinde 4 teyze ve babasını bilmediği için geçmişi ile yüzleşemeyen Asya ile geçirdiği bi hafta süresince hayatı ve geçmişi sorgulayışları çerçevesinde geçen bi roman.Akıcı bir dile sahip aslında bi çırpıda okunabilecek türden ama bazı kişi betimlemeleri oldukça sıkıcı.Fakat insanı içine alan çok etkileyici yanları olan bi kitap diil...

Bu arada Baba ve piç i okurken Sabahattin Ali nin Kürk mantolu Madonna kitabını bir çırpıda okudum ve de son derece etkilendim,nasıl bir aşk nasıl bir bağlılık tutku ...
Mutlaka okuyun derim...
Sabahattin Ali nin okuduğum ilk kitabıydı bu dilini çok beğendim,ilk fırsatta tüm kitapları da okunmak üzere sıraya girdiler...

Sırada Kızıl nehirler var çok benim tarzım diil diye düşünüyorum o yüzden elime bi türlü alamıyorum ama merakda ediyorum bu kitabı,sonra Ayşe Kulin in Veda sı var ki Ayşe Kulin en sevdiğim ve soluksuz tüm kitaplarını okuduğum bir yazar,umarım bu kitaptan da aynı tadı alırım...

Sonra Livaneli okumak istiyorum, sonra Jane Austen...

Ocak 14, 2008

eyyyy özgürlük!!!!

Okulda defterime, sırama agaçlara, yazarım adını
Okunmus yapraklara, bembeyaz sayfalara yazarım adını
Yaldızlı imgelere, toplara tüfeklere, kralların tacına
En güzel gecelere, günün ak ekmegine, yazarım adını
Tarlalara ve ufka, kusların kanadına,
Gölgede degirmene yazarım.
Uyanmıs patikaya, serilip giden yola,
Hınca hınç meydanlara adını
Ey Özgürlük!

Kapımın esigine, kabıma kacagıma, içindeki aleve,
Canların oyununa, uyanık dudaklara yazarım adını.
Yıkılmıs evlerime, sönmüs fenerlerime, derdimin duvarına,
Arzu duymaz yokluga, çırçıplak yalnızlıga, yazarım adını.
Geri gelen saglıga, geçen her tehlikeye,
Yazarım ben adını, yazarım.
Bir sözün coskusuyla, dönüyorum hayata,
Senin için dogmusum, haykırmaya.
Ey özgürlük!

Paul Eluard

Fransız şair tarafından yazılan Türk besteci tarafından bestelen annesi İtalyan ve babası Tük olan Deniz Ünel tarafından seslendirilen Zülfü Livaneli'nin ey özgürlük eserine yaptığı güftesi lo scrivero nel vento ile İtalya'da çocuk şarkıları yarışmasında yabancı beste dalında birinci, genel yarışmada da 3. oldu

Daha sonra İtalyan Devlet Televizyonu Rai Uno'da 21 Aralık'ta yapılan şarkı yarışmasında önce 15 ünlü jüri üyesince İtalya'da son 50 yılın en iyi 700 şarkısı seçildi. Ardından juri şarkıları 15'e düşürdü. Daha sonra juri ve halkın katılımıyla 15 parça arasından Luisa Corna'nın seslendirdiği Zülfü Livaneli'nin 'Özgürlük' şarkısı 2nİtalyan halkı tarafından 2.seçildi.

Ne söylenilebir ki son derece mutluluk verici,sanat; dil ,din, ırk ayırmadan hepimizin ortak paydası...
Zülfü Livaneli her yönüyle en sevdiğim sanatçılardan biri,ilkokuldaydım ilk konserine gittiğimde herkesin hep bir ağızdan şarkılara eşlik etmesine hayran kalmıştım ve ilk işim tüm şarkılarını ezberlemek olmuştu...

Melodi İtalyancaya çok iyi uymuş dinleyin derim...

pazar keyfi;patates,kaşar ve sucuklu omlet

Pazar sabahı uyanıp ta kahvaltı için ne yapsam acaba karışık tost nasıl olur die düşünürken eşim sen önceleri çok güzel kahvaltılıklar yapıyordun artık boşladın bizi die naz yapınca aklıma uzun zamandır yapmadığım patates omlet geldi.Tamamen bana aittir demeden geçemicem :)) Zaten patates dedi mi akan sula durur bizde nesi olursa olsun bayılırız...
Hatta tek bişi seç deseler tereddütsüz patates derim o kadar severim yani....


Gelelim tarife;

4-5 adet orta boy patates
sucuk , kaşar peyniri,
tuz, karabiber,pulbiber,kekik,
2-3 kaşık zeytinyağı ,
2 yumurta




Yapılışı ise son derece pratik o nedenle favorilerim arasında ...
Önce patatesleri küp küp doğrayıp yağda kavururken bi müddet sonra sucukları ekliyoruz .Tercihe göre mantar sosis salam da eklenebilir çok da yakışıyor evde olmadığı için ben koyamadım ama böylesi de çok güzel ...
Patates ve sucuklar kızardıktan sonra 2 yumurta çırpılarak karışımın üzerine dökülüp kapağı kapatılarak kısık ateşte pişiriliyor.Daha sonra rendelenmiş kaşar peyniri eklenip kaşarlar eriyene kadar pişirmeye devam ediliyor...
Hepsi bu piştikten sonra da afiyetle yeniliyor :))

Ocak 12, 2008

tlos + saklıkent + patara = doğa harikası

Fethiye ve Saklıkente 2. gidişim ve hala doyamadım hala gezilecek görülecek yerleri bitiremedim hala kelebekler vadisinde bi gece kalsam ,saklıkentin sonuna kadar gidebilsem, ölüdenizde doyasıya yüzsem,kayaköy de bi gözleme yesem ,yamaç paraşütünü tek başına yapabilsem gibi aklımın bi köşesinde var olan keşkeler mevcut.Zaten Fethiye 'nin her yanı harika doğa güzellikleriyle dolu etkilenmemek mümkün değil.
Fethiye de her günümüzü bi tura ayırdık her gün farklı bi yere gittik farklı bi yeri gördük yaşadık.
Saklıkente de daha önce normal bi turla gittiğim için bu sefer içinde bi kaç yeri görme imkanı olan jeep safari turları ile gidelim hem görelim hem de eğlenelim dedik.Gerçekten de çok eğlenceli,çok güzel vede çok yorucu bi gün oldu.Grubumuz çok eğlenceliydi,yol üstündeki hello hello die seslenen çocuklar çok sevimliydi ,bizi serinletmek amaçlı üstümüze hortumlarla saldıranlar çok korkunçtu :))
Turumuzun ilk durak noktası Tlos antik sehri idi.Tlos kenti Xanthos, Pınara, Krafos ve Tlos kardeşlerden Tlos adına kurulmuş, zamanla Likyalıların altı önemli kentinden birisi haline gelmiş.Likya Bölgesinin en eski yerleşim alanlarından birisidir Tlos da pek çok efsanelerde var olan kahramanlık hikayeleri Kaya mezarlarına oyulan kabartamalarla anlatılmış bizlere. Tlos’un adı Likya yazıtlarında TLAWA olarak geçmektedir.Akropol, kuzey doğusunu dik uçurumların oluşturduğu bir tepenin üzerine kurulmuştur. Tepenin doruğunda daha eski kalıntıların tamamını gözlerden gizleyen, Osmanlı dönemine ait bir kalenin, 14.YY da bölgeye hakim olduğu sanılan Kanlı Ali Ağa tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Kalenin altında, doğu yamacında Likya devri duvar kalıntıları, güneyde ise daha sonraki, Roma döneminin duvarcılık örneklerinden birini oluşturan bir sur bulunmaktadır. Aynı tepenin üzerinde gruplar halinde Likya tipi kaya mezarları göze çarpmaktadır. Taş bloklar halinde aşağıya doğru sıralanan oturma yerleri ile stadyum, surların hemen güneyinde yer alır.
Harabelerin en güneyinde biraz doğu tarafına doğru hamam kalıntıları, hemen yanında da Paleasta ve gymnasium kalıntıları bulunmaktadır. Doğudaki geniş meydanda yerleşmiş olan Tlos’un agorası 9 metre genişliğinde, batı yüzündeki duvarında yarım düzineye yakın kapıların bulunduğu uzun bir yapıdır. Yine aynı meydanın doğusunda çok iyi korunmuş durumdaki Tiyatro v tiyatronun kuzey duvarının altında, yazıtının ancak bir bölümü görülebilen “IZRARA ANITI” görülebilmektedir.
Akropol tepesinin ön cephesinde oyulmuş sayısız mezarlardan en önemlisi, hiç kuşkusuz kanatlı atı Pegasus’un üzerinde üç başlı canavar Chimera ile savaşırken resmedilmiş ‘Bellerophontes’ mezarıdır. Giriş ve alınlığı arasında iki dörtgen sütunun yer aldığı bu tapınak mezarın ana mezar odasının duvarı üç bölümlüdür. Ortada süslerle bezenmiş bir kapı motifi ve her iki yanda da mezar odasına girilen asıl kapılar bulunmaktadır. Yan taraftaki bu kapılar eşik görevi yapan ve ön yüzlerinde at motifleriyle bezeli birer kabartma bulunan bloklarla,yerden 90 cm yükseltilmiştir. Girişteki sol duvarın üstünde ise Bellerophontes uçan at Pegasu üzerinde Chimera ile savaşırken resmedilmiştir. Biz vakitsizlikten adım adım gezemedik Tlos u ama aklımızın bi köşesine bi gün tekrar die yazarak ayrıldık Tlos dan...
2.durak noktamız yaka doğa park idi .Bir su kaynağının kenarına kurulu olan bu yer sanki bizi kendine hayran bıraktı. Su özenle ağaçların içlerinden merdivenlerden geçirilip şelaleler ve gölcükler oluşturmuş,suyun herbir kıvrımına ağaçların her görüntüsüne hayran kaldık adeta...
Tabii turu düzenleyen ekipte biz her bi yanı gezerken boş durmadan tur katılımcıları arasından gözlerine kestirdiklerini buzz gibi sulara atmadan durmadılar su o kadar soğuk ki içinde 5 dk durabilene içecek 15 dk durabilene yemek ve içecek bedava şeklinde reklamını yapıyorlardı.pek o tarafa yaklaşmayıp ellerinden kurtulmayı başardık :))
Ve bi sonraki durağımız sabırsızlıkla beklediğimiz Saklıkentti.Saklikent, dunyada esine az rastlanir bir doga harikasi... Uzunlugu 14 km. fotograflara sigdirabilmek çok zor, var olan fotoğraflar arasından seçim yaparken çok zorlandım en güzellerini eklemeye çalıştım ama Saklıkent fotoğraflarla diil içinde var olup dışarının o bunaltıcı sıcağında o seinliğin içinde bulunarak o masal diyarını içinde gözlemleyerek yaşanması gereken bi yer,ne yöne döneceğimizi hangi güzelliğe bakacağımızı bilemedik adeta büyülendik... 18 km. uzunlukta, yüksekliği yer yer 600 m.yi bulan benzersiz kanyonun içerisine gizlenmiş bir doğa harikasıdır. Dimdik sarp kayalıkları, çınar ağaçları, pırıl pırıl akan coşkulu kaynak suları ile, doğa tutkunları için dağcılık, yürüyüş, yüzme olanakları sunan eşsiz bir turizm merkezidir.
Eşen çayı, kanyonun 100 m. içinde patlayarak çıkıyor yeryüzüne. Çayın üzerine kanyon duvarına tutturulmuş tahta iskeleler kurulmuş. İskeleden tek sıra halinde ilerleyerek çayın patlak verdiği noktaya ulaştık ve bu buz gibi suyu ve akıntıyı aşarak karşı kıyıya geçip , kanyonun derinliklerine doğru ilerledik. Kanyon kimi zaman daralarak, kimi zaman engebeli bir biçimde 18 km. sürüyor. Sonuna kadar gitmek öğrendiğimize göre oldukça zormuş.Vaktimiz de sınırlı olduğu için gidebildiğimiz kadar uzak noktaya gidip o güzelliği harika doğa şaheserini en fazlasıyla görmeye çalıştık...Süremizin dolmasına az bi zaman kala doyamamış olmanın verdiği üzüntüyle kanyondan ayrıldık...
Kanyondan ayrılarak son durağımız olan Patara kumsalına doğru ilerlerken eğlenmek amacı ile çamur banyosu yapmak için durduk binbir şamata ile her yanımızı çamura buladıktan sonra sıra geldi temizlenmeye işte bu noktada herkes büyük bi hayal kırıklığı yaşadı...yıkanacağımız su kanyondan gelen Esen çayının suyu ve buzz gibi hani 5dk durana içecek 15 dk durana içecek ve yemek bedava olan su kadar soğuk ve bu sefer suya girmeme gibi bi ihtimal dahi yok :))
ama bi müddet sonra o soğuğa alışıp akıntıya kendini bırakıp dilediğince eğlenebiliyosun şahsen ben öyle yaptım ve son derece keyif aldım...
veee geldik son durağımız olan patara kumsalına günün tüm yorgunluğundan sonra ki hiçbir şey yapmamış bile olsan jeeplerde o rüzgarı yemek bile insanı yorarken biz tüm gün boyu oradan oraya koşturup acaip yorulduk ve ipek gibi kumsala vardığımız andan kendimizi o sulara bıraktığımız anda tüm yorgunluğumuzu alıp götürdü.hep mi öyle yoksa o gün mü öyleydi bilemiyorum çok güzel bi dalga vardı ve biz o dalgada oynamaktan sudan çıkamadık bi türlü aynı keyfi iztuzu plajında da yaşamıştık ve buranın da caretta ların yumurtalarını bıraktıkları plaj olması biz son derece etkiledi...
Hele hele kumların inceliği ve ipeksiliği rüzgarın ılık ılık dokunuşu ne kadar gitsen de hala sığ oluşu ve bizimle dalga geçercesine dalgalarını yüzümüze savuruşu 18 km uzunluğu ve genişliği ile uçsuz bucaksız görünüşü bizi kendine bolca hayran bıraktı...
Hiçbir yerine doyamadan ve hep mutlaka yine gelip farklı yerlerini keşfedelim hatta daha çok zaman ayıralım daha çok yer görelim daha çok yüzelim daha çok gezelim daha çok gülelim die die günü noktalayıp mutlaka tekrar diyerek hayranlıkla ayrıldık kumsaldan...

Ocak 11, 2008

hayranlık + terkedilmişlik = Kayaköy + bolca hüzün




Kayaköy’ün geçmişi MÖ.3000’lere kadar gitmesine rağmen antik dönem kalıntılarından günümüze MÖ 4. YY a tarihlenen az sayıda lahit ve kaya mezarları ulaşmıştır.
Kayaköy’ün eski adı Levissi’dir. Kayaköy’de her biri 50 m2 den büyük olmayan ,manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan ,genellikle alt katları kiler görünümünde ikişer katlı ve girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçların olduğu,3500-4000 konut bulunmaktadır.
Konutların yanı sıra evler arasına serpiştirilmiş çok sayıda şapel,iki büyük kilise,bir okul ve bir gümrük binası yer almaktadır.
1922 Yılına kadar yaklaşık 25.000 nüfusu, tümüyle yöre taşından yapılmış tipik Akdeniz mimarisi özellikleri taşıyan 4000 konutu, okulları kütüphanesi, irili ufaklı kiliseleri, yüzlerce iş atölyesi,hastaneleri,eczaneleri ile yüksek bir ticari, sosyal ve kültürel yaşam çizgisini yakalamıştır.
1922 yılında Türk ve Yunan hükümetleri arasında imzalanan bir “nüfus değişimi” anlaşması uyarınca, Kaya Köyü’nün Rum ahalisi ile Batı Trakya’da yaşayan Türk ahali karşılıklı olarak yer değiştirmiştir.Mübadele sonrası Batı Trakya’dan gelen yeni sahiplerince tamamen terk edilen Kaya Köy,bugün hayalet şehir görünümündedir.



işte bu hayalet şehir görüntüsü bizi bolca hüzünlendirdi.daha önceden hakkında çok şey duymuştuk kayaköy ün ve gerçekten merakla gittik gezmeye başlayınca zaten kendimizi kaybettik şehrin hemen hemen her yerini adım adım gezdik büyülendik ve çok etkilendik.


Mübadele sonrasında Batı trakya dan gelen Türkler tarafından denizden uzak olması yapabilecekleri iş koluna uygun olmaması sebebiyle yerleşim yeri olarak kabul görmemiş oysa ki Fethiye nin depreme en dayanıklı yeriymiş Kayaköy...




Açık hava müzesi gibi olan kayaköy restore edilebilse çok hoş bi görüntü halini alabilir ...acaba ne hayatlar yaşandı gidenler kimbilir ne üzüntülerle evlerini yerlerini dostlarını geçmişlerini bırakıp gittiler... gerçekten hüzün veren bir yeleşim yeri o kadar yaşanmışlıktan sonra kaderine terk edilmiş gibi durması...




bir kaç tane restore edilen ev var ama keşke hepsi de edilebilse...




Biz gerçekten çok beğendik Kayaköy ü birbirinin ışığını kesmeyen minicik evler bizi çok etkiledi çoğuna girdik düşündük,eski zamanlarda gezinti yapar gibi hissettik kendimizi...




Fethiye ye giderseniz eğer mutlaka görün Kayaköy ü,ordan gemiler adasına gittik orasıda çok güzeldi,fethiye merkez hariç (merkezin gece o kadar karanlık hali bizi çok üzdü ,öyle doğal güzelliklere sahip bir turizm beldesi böyle olmamalı dedik attık kendimizi hisarönüne ) her yanı muhteşem zaten...




d.n .. :)) Kayaköy e ait bilgiler Fethiye Kaymakamlığı'nın sitesinden alınmıştır.

ölüdenizde kuş oldum uçtummm...


Bugün fotoğrafları ile ölüdeniz,kayaköy,saklıkent,gemiler adası ,thlos ,patara vs vs...


yani 6 günlük fethiye gezimizi komple anlatmayı planlamıştım .


ama nero proğramı sebebini bilmediğim bi nedenle yaptığım kolajları açmadığı için picasa dan bloğa aktararak parça parça anlatmak zounda kaldım.umarım hayal ettiğim gibi anlatabilirim...


dışarıda karanlık bi hava var.


kar iyice eridi güzelliğini kaybetti ve soğuğunu bize bırakıp gitti.böyle olunca yaza her daim var olan özlemim bi kat daha arttı tabii...


çok keyif aldığımız bi dakikasını bile boş geçirmediğimiz fethiye geldi aklıma ...


ve fethiye deyince de ilk aklıma gelen yer tabii ki ölüdeniz tek kelimeyle muhteşemmmm...


bu fotoğraflar ölüdenizin gökyüzünden çekilmiş görüntüleri ve evet bunlar tümüyle benim makinemden çıktı :))


evet tahmin ettiğiniz üzre paragliding yaptım,yaptık...


eşim ve ben daha heyecanlı olacağını kalbimin heyecandan yerinden fırlayacağını vs ummuştum ama tahmin ettiğim kadar heyecanlı diildi ...


sabah en erken uçuştu bizimkiydi bir önceki gün de rüzgarın azizliği sebebiyle uçulamamıştı, acaba rüzgar izin vericek mi uçmamıza die düşünmekten heyecanlanamadık bi türlü...


önce babadağ a tırmandık tabii...


4 x 4 lerle acaip virajlı ve haliyle de korkutucu...


tek kelime paraşütle inmek çıkmaktan çoook daha kolay sanırım ötesini tahmin etmişsinizdir...


dağa tırmanınca ilk 1800 metreye çıktık bizle gelen gruptan bi kişi rüzgarı yakaladı ve uçtu sonra bekle bekle rüzgar yok :((


pilotlar tabii bu işi iyi biliyo dediler inelim 1700 e hadii o komik halde indik 17oo e yakalandı rüzgar peşpeşe peşpeşe herkes havalandı koşuyosun koşuyosun koşuyosun...hooooop havadasın,kuşlar gibi .....


sonrası zaten muhteşem manzarayı görünce o rüzgarı hissedince adrenalin vs hiçbişi kalmıyo...


çook çoook güzel hiç düşünüldüğü kadar korkunç diil aksine çok kolay en azından benim için öyleydi...


aaaa bu kadar mı yani dedim ben ...


kesinlikle insanın ölüdenizi,adaları kelebekle vadisini gökyüzünden görmesi lazım ,peşinden bizim vaktimiz yoktu o gün yola çıkıcaktık o sebeple o harika suya dalıp yüzemedik ama bi gün önce saatlerce yüzerek keyfini çıkarmıştık ...


ben hiçbir yerde yüzmenin bu kadar keyfine varmamıştım sanki dışarda gezintiye çıkmış gibi dolaşa dolaşa yüzdük adaya geçtik ama aklımda kaldı adanın arka tarafından denize epey bi yükseklikten atlayan bi grup vardı ordan suya atlamak, işte o süperr olurdu...


mutlaka ama mutlaka ölüdenizde yüzün ve uçun ...




Ocak 07, 2008

çerkez tavuğu en yalancısından :))


eşimin çok sevdiği bir meze çeşidi çerkez tavuğu,uzun zamandır yapmamıştım.yıl başı akşamı arkadaşlarda yerken ne kadar çok sevdiğini çok güzel bir rakı mezesi olduğunu söylemesi ve bi kaç kere de tadı damağımda kaldı diye hatırlatması üzerine yengemden almış olduğum tarifle yapmaya karar verdim,bloglar arasında gezinirken farklı türkerde çerkez tavuğu tarifleri görüp en kısa sürede denemek üzere onları da aklımın bir köşesine not ederek iş başı yaptım :))

Malzemeler :

~ 1/2 kg tavuk göğsü
~ 1 su bardağı çekilmiş ceviz
~ 1 diş sarımsak
~ mayonez
~ süzme yoğurt
~ tuz, karabiber

tavuk göğsünü 1 gece önceden haşlayıp soğuyunca ince ince didikleyerek parçalara ayırıyoruz.
çekilmiş ceviz ile karıştırarak buzdolabında dinlenmeye bırakıyoruz.böylelikle cevizin yağı tavukla bütünleşmiş oluyor.ertesi gün iyice dövülmüş sarımsak ,mayonez, yoğurt,karabiber ve tuzu karıştırarak tavuklara ekleyip güzelce karıştırıp servis tabağına alıp dilediğimiz gibi süslüyoruz.burada hatırlatmam gereken bi nokta var mayonez ve yoğurdu ben göz kararı kullandım fakat ölçüleri 1/4 oranında süzme yoğurt ve 3/4 oranında mayonez şeklinde olacak,fakat zevkinize göre bu oranla oynayabilirsiniz.
sonuç yemede yanında yat türünden oluyor,dikkat aç kalabilirsiniz :))
afiyet şeker olsun...

Ocak 06, 2008

Kar'da ...


selam!!!
fotoğraf makinesinin şarjının azizliğine uğrayıp ancak bi kaç fotoğraf çekebilmiş olmanın üzüntüsü verdiğim sözün ağırlığı ile en güzel karemi yayınlıyorum...
işte benim en güzel kar fotoğrafı maceramda budur :))
evden geç çıkıp karlarda bi güzel yürüyüp kar sesini dinleyip ( karın sesi mi olur demeyin hem de harika bi sesi oluyo böyle yürüdükçe kıtırt kıtırt şeklinde bayılırım ben o sese ) en güzel resmi yakalamaktı amaç ama işte bi dahaki sefere ... her ne kadar bol bol fotoğraf çekememiş de olsak karın tadına vardık ya o bile harikaydı...

Ocak 05, 2008

patates graten ve şarap sefası...

uzun zamandır şarap içmeyip yılbaşı gecesi içilen şarabın tadı damağımızda kalınca hafta sonu bi şarap keyfi yapalım dedik ama ben unutup evde pek bi ehli keyif hazırlık vs yapmadan otururken sevgili kocam eve elinde 2 şişe şarapla gelince ahada evde de bişi yok napıcaz şimdi olup düşünmeye başladığım an imdadıma evin olmazsa olmazı olan patates yetişti.her türüne bayılırız biz ailece patatesin(ailece koca ve ben tabii :)) ) sonra açtım buz dolabını dün biz bi markete gitmiştik elbet işe yarar bişiler almışızdır diye düşünürken gözüme garnitür çarptı tavuk kanatları da var eee daa ne olsun diyerek başladım hazırlıklara...hadi dedim bi patates graten ,rus salatası fırında tavuk çerez meyve vs derken hiç hesapta olmayan romantik akşam yemeği çıktı ortaya...
önce patates graten in tarifi ile başlayayım işe bu tarifi portakal ağacı sitesinde görmüş denemiş ve bayılmıştım ben de bi kaç ek ve değişiklik yaptım,sonuç mükemmel oldu...
PATATES GRATEN...

Malzemeler: (4 kişilik)

8 adet orta boy patates

1 su bardağı süt

1/2 su bardağı süt kreması

1 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri

1 sarmısak,1 tatlı kaşığı tereyağı

Tuz ve taze öğütülmüş karabiber,pul biber ve maydanoz

Öncelikle patateslerimizin kabuklarını soyup, mümkün olduğunca ince (neredeyse zar gibi) halka halka doğruyoruz. Sonra bir kaseye doğranmış patatesleri, sütü, kremayı, kaşar peynirin yarısını, baharatları ve maydonozu ekleyip karıştırıyoruz. istediğiniz şekilde bir fırın kabının içini, ikiye bölünmüş sarmısağın kesik yüzeyleriyle ovalayıp tereyağıyla bütün kabı yağlayarak, patatesli malzemeyi içine koyuyoruz. Sarımsakları da ince ince doğrayarak karışıma ekliyoruz Önceden 180 derece ısıtılmış fırında 1 saat pişiriyoruz. bu esnada isterseniz kalan kaşar peynirini üzerine ekleyerek iyice kızarmasını sağlayabilirsiniz ben yarım saat pişirdikten sonra üzerine ekledim,harika oldu...

patates graten fırında pişerken ise rus salatasını hazırladım...

RUS SALATASI...

Malzemeler : ( bizce 2 kişilik )

1 büyük boy garnitür,

6 adet kornişon turşu,

mayonez -süzme yoğurt ikilisi ,

tuz ve üstünü süslemek için süs biber...

yapılışı ise çok zor nasıl tarif edicem bilemiyorum :))
garnitürün üzerinde bir miktar su gezdirip (gerekli olmayabilir belki ama benim içim rahat ediyor nedense ) iyice süzüyoruz ,içine kornişonları minik minik doğruyoruz göz kararı eşit miktarda yoğurt ve mayonez çok az miktarda da tuz ekleyip karıştırıyoruz.istediğimiz tabağa alıp üzerini dilediğiniz şekilde süslüyoruz.eşim bayılıyor rus salatasına ben de çoğu zaman garnitürü kendim hazırlayarak yapıyorum ve afiyetle de yiyoruz ...
size de afiyet olsun ikisi de süper tatlar...

şimdi ben gider,dünden kalma fotoğraf çekme sözüm vardı :)) kar çok güzel yağmış gece boyunca hala da yağmaya devam ediyor...
elimde taptaze kar foto ları ile dönücem,görüşürüz...

Ocak 04, 2008

yaşasıın kaarrrrr!!

günlerdir hava buzz gibi dışarda soğuktan durulmuyo her yer buz tutmuş durumda ama bir türlü kar yağmak bilmedi.dün gece aklımdan keşke kar yağsa die geçirirken bloğa güzel kar manzaraları bulup eklesem die düşündüm.fakat araya başka işler girince bir türlü vakit bulamadım...
sabah uyanıpta dışarı baktık ki daha doğrusu sevgilim baktı ki ve de aa bak dışarı kar yağmış dedi ki koştum pencereye ve lapa lapa yağan karı görünce acaip mutlu oldum:)) bu kadar olur yani...bunun üzerine artık kaçarın yok dedim eve gelince otur pc nin başına ve bul en güzel kar fotoğraflarını...
ben de de kar fotoğrafları var ama bunlar da çok hoşuma gitti harika manzaralar...yukarıdaki kulübede bir hafta sonu geçirmek ... hayali bile güzell...

deniz kenarı ,deniz manzarısı ,deniz kum güneş üçlüsü benim favorim aslında kışı pek sevmem ama kar olunca herşey değişiyor...yeni yağmış kar üzerinde yürümek ağaç dallarındaki görüntüsünü izlemek tek kelimeyle harika...deniz kar ve kırmızılıklar birbirine çok yakışmış...
bu fotoğrafların içinde en çok sevdiğim bana hayaller kurduran fotoğraf işte bu...uçsuz bir sonsuzluk hissi uyandırmıyor mu??bembeyaz kar ve bulut mavisi bulutların ahengi,bacadan tüten duman,uzun yolda ilerlerken bi anda kar yağmaya başlıyor ve sen mahsur kalıyosun uzaklarda böyle bi kulübe olduğunu fark edip sığınıyorsun... ne mutluluk di mi:))
bu ırmak manzarası ise beni gerçeğe döndürdü yaşadığım yerlerde de ırmak oldu ve ben her kar yağdığında bu manzaralarla karşılaştım hayal diil tamamen gerçek...bu fotoğraflar benden diil ama bekliyorum kar eğer bu gecede yağmaya devam ederse alıcam elime makinemi düşücem yollara böyle fotoğraflar çekene kadar dönmek yok :))

yoksam bilin ki yukardaki gibi bi kulübeye rastladım ...

Ocak 03, 2008

şiir'le ilk tanışmam...


ANLAR

Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
ikincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim,
seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır,
daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya,
Daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu ,
hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek
ve verimli kılan insanlardan olurdum.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar, siz de "an"ı yaşayın.
Hiçbir yere, yanına; termometre, su, şemsiye ve
paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda, papuçlarımı atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer...
Ama işte, 85’imdeyim ve biliyorum...
Ölüyorum...

Jorge Luis Borges

lise kitaplarındakilerden sonra ilk tanıdığım ve sayesinde şiir i sevmeye başladığım şiir...
uzun bir süre odamın duvarına asmıştım ve sanırım yol alışımda çok da etkisi var...
hep söylerim sonradan keşke dememek için...
çünki hayat çook kısa göz açıp kapayana kadar geçiyor anlamlı ve doyasıya yaşamak lazım...
şiirden sonra fazla söze gerek var mı ??
bir şansımız olur mu sizcee???

d.n. :)) fotoğraf forumneuro sayfasından alınmıştır.

Ocak 01, 2008

happy new year!!!!


geceden akıllarda kalan kelimelerden biri acaba ben neyim ve happy new year!!!güldük ,eğlendik ,yedik içtik,yedik,içtik,içtiler,içtiler :))
arkadaşlardaydık çok güzel bi masa ve özenle hazırlanmış neler neler neler ...
arkadaşlar ,biz, şirin efe ,yılbaşı ağacı,şapkası ,maskesi ,çam kozalakları...
çok güzel ve derin sorular barındıran güldüren,düşündüren,eğlendiren muhabbetler eşliğinde bitirdik 2007 yi...
tlf da konuştuk aradık arandık konuştuk konuştuk,msj laştık,acele ettik 2008 e tlf la konuşarak girmeyelim dedik başardık.son anda yakaladık geri sayıma başladık.
beş,dört,üç yoktu göremedik,ikiiiii veeee birrrrrr...
kenan la girdik 2008 e zıpla zıpla.... :))
ince fikirli arkadaşımızın hediyesi karşısında mutlu olduk..
kar yağmasını bekledik scrabble oynadık gülmekten koptuk yedik içtik yedik içtik maalesef yenildik...
sabahı ettik , dört buçuktu ayaklandık hava buzz gibiydi kar yoktu araba donmuştu biz de donduk ...
artık evdeydik ve yine güldük güldük güldük...
hep güldük
2008 hep böyle olsun hepimize ...
hep gülelim...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails