Eylül 26, 2008

Şeker Bayramı !!!

Bloğumuz kısa süreli tatile girmiştir... Blog yöneticimiz Kapadokya yolcusudur.... Kapadokya da ne yenir , nerde kalınır , nereler gezilir bileniniz varsa önerilerinizi beklemektedir :))

İyi bayramlar,bol bol şeker yeyin !!!

Eylül 25, 2008

Saint - Sophia Müzesi !!!

Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon İmparatorluğu krallarından 1.Manuel Komnenos zamanında inşa edilmiş. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethini takiben yapı, camiye çevrilmiş ve vakıf eser olmuş. Ayasofya, yüzyıllar boyunca şehri ziyarete gelen seyyah ve araştırmacıların ilgisini çekmiş. 1864 yılında harap durumda olan caminin Bursa’lı Rıza Efendi’nin teşvikleriyle yeni baştan onarılmış. I. Dünya Savaşı yıllarında sırasıyla depo, hastane, daha sonraları yine cami olarak kullanılmış. Geç Bizans kiliselerinin güzel bir örneği olan yapı, kare-haç planlıdır ve yüksek bir merkezi kubbeye sahip. Yapının kuzey, batı ve güneyinde üç revaklı giriş bulunmaktadır. Kubbe ve kasnağı oniki köşelidir. Kubbe monoblok dört mermer sütun, kemerler ve pandantiflerle taşınmaktadır. Yapı ana kubbenin etrafında değişik tonozlarla örtülmüş, çatı farklı yükseklikler verilerek kiremitle kaplanmıştır. Üstün bir işçiliğin görüldüğü taş plastiklerde, hıristiyan sanatının yanısıra Selçuklu dönemi İslam sanatının da etkileri görülmektedir. Kuzey ve batıdaki revak cephelerinde görülen geometrik geçmeli bezemeleri içeren madalyonlarla, batı cephede görülen mukarnaslı nişler Selçuklu taş işlemelerindeki özellikleri taşımaktadır. Binanın en görkemli cephesi güneyidir. Burada Adem’le Havva’nın yaratılışı kabartma olarak bir friz halinde anlatılmıştır.
İngiliz seyyah ve araştırmacı G.Finlay tarafından 1427 yılına tarihlenen çan kulesi kilisesinin batısında yer almaktadır. Kilisenin kuzeyinde bulunan üç apsisli şapel kalıntısı ise daha erken bir döneme ait olmalıdır.
Ayasofya’nın süslemelerinin önemli bölümünü meydana getiren fresklerde İncil’den alınmış konular canlandırılmış. Kubbede ana tasvir Hz. İsa’nın tanrısal yönünü aksettiren pantacrator İsa’dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Pencere aralarında oniki havari tasvir edilmiş. İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiş.

Ayasofya uzun tarihi geçmişi, merkezi planlı yapısı, yüksek kasnaklı kubbesi, dairesel ve çokgen apsisleri, görkemli portikleri, taş işçiliği ve freskleri ile tarihi değerinin yanısıra sanat tarihi açısından da önemli bir abide olarak günümüzde yaşamaktadır...

Eylül 24, 2008

Bulutlardaki Manastır !!!

Maçka’da yeşilin kaç tonu vardır kim bilir? Çayırda başka, eğreltiotunda başka, mısır yaprağında başka, çam ağaçlarında bambaşka...
“Bizi yukarılara, gitgide yukarılara çıkaran yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Sık ağaçların arasından tepeye tırmanıyorduk. İnce bir yağmur boşlukta asılı kalmış gibiydi. Tırmandıkça, yeşil bir elbiseden sarkan beyaz püsküller gibi yamaçlardan inip vadideki nehre karışan çağlayanların sesi daha az duyuluyordu. Bacak kaslarımızın yakınmaya başladığı bir anda, yeşil yaprakların aralandığı yerden manastırı gördük. Benim gördüğüm, bir manastır değil, taşta uyuyan bir düş, bir kaya ütopyası idi. Manastıra çıktığımda, şaşkınlığımın kanatlı atları gökyüzünün griliğine dağılıyordu. Kayaların karnına gömülmüş manastır kalıntıları, derin bir uçuruma bakıyordu. Yukarılardan, kayaların arasından manastırın içine sular damlıyor, değişik dinlerden insanlar ayazmadan su içip dilek diliyorlardı. Fresklerin bir bölümü, yıllar önce pasta gibi kesilip kim bilir nereye kaçırılmıştı Yirmi beş yıl önce, Maçka’da Sumela Manastırı’nı ilk görüşümde günlüğüme böyle yazmıştım. Tarsicio Succi da Verica’nın ‘Bulutlardaki Manastır’ olarak adlandırdığı Sumela Manastırı’nın ilk bölümlerinin Bizans İmparatoru Justiniaus tarafından yaptırıldığı söylense de elde kesin bir bilgi yok. Ama, 1340’da Trabzon İmparatoru Alexios Komnenos taç giyme törenini kayalara bir taç gibi yerleştirilmiş bu yapıda düzenlemiş; hatta büyük güneş tutulmasını da buradan izlemişti. Sumela Manastırı’nın geçmişinin gizemli öykülerle dolu oluşu, onu bulunduğu yer kadar çekici kılar. Manastırda bulunan ve İncil yazarı Loukas’ın yaptığına inanılan Meryem Ana ikonasının Atina’ya kaçırılışından Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’i bozguna uğrattıktan sonra manastıra armağan ettiği altın şamdanın akıbetine kadar birçok olay dilden dile dolaşır. Ve bütün bunların ötesinde, bugün “Türkiye’yi yurtdışında tanıtan on turistik fotoğraf seçin” deseler, onlardan biri mutlaka Sumela Manastırı’nınki olur.
Sümela en güzel AKGÜN AKOVA nın bu yazısıyla anlatılır diye düşündüm.Fazla söze ne gerek hayret uyandıracak kadar büyüleyici ...

Eylül 23, 2008

Muhteşemm; Atatürk Köşkü !!!

Köşk, 19. yüzyıl başlarında Trabzon'a hakim Soğuksu Sırtlarında Konstantin Kabayanidis tarafından yazlık olarak yaptırılmış. Avrupa ve Batı Rönesans mimarisinin etkilerini taşıyan binada büyük ve gösterişli Avrupa simgeleri kullanılmış. Atatürk Köşkü, bodrum katıyla birlikte 4 katlı tesçilli bir yapı. Giriş katında oturma odası, dinlenme odası, yemek odası ve misafir odası bulunmakta.
Kattaki mekanlara geçit veren giriş katı salonunda Atatürk' ün 15 Eylül 1924 tarihi akşamı Belediyece verilen yemekte yaptığı konuşmalarının metni asılı. Salonun kuzey girişindeki dinlenme odasında büyük önder mal varlığının büyük bir bölümünü millete armağan etme kararını imzalamış.
Birinci katta çalışma odası, büyük yatak odası, bekleme odası ve toplantı odası vardır. Bu odalara geçit veren salon duvarlarında Atatürk'ün değişik yurt gezilerine ait fotoğrafları ve bizzat kendi kurşun kalem işaretlerinin bulunduğu Türkiye haritası bulunmaktadır.
İkinci katta ise salon ve salona açılan iki oda bulunmaktadır.
Büyük önder Atatürk Trabzon'u üç kez ziyaret etmiştir.
Atatürk Eylül 1924 tarihinde Trabzon'a ilk ziyaretini gerçekleştirdi. 15 Eylülde Trabzon Belediyesi'ne ve 3. Genel Müfettişliği ziyaretlerinden sonra Soğuksu' ya gezi amaçlı götürülmüş ve burada dinlenmek için durmuş.
Atatürk ikinci kez Kasım 1930'da Trabzon'u tekrar onurlandırdığında Köşk'te ağırlanmış ve çok memnun kalmış.
Büyük Önder Haziran 1937 tarihinde Trabzon'u üçüncü kez ziyaretlerinde kendisi için hazırlanan Köşkte iki gece kalmış. 11 Haziran gecesi Köşk'te bütün mal varlığını, canından çok sevdiği Türk Ulusuna armağan etme kararı almış olan Atatürk mal varlığının bir listesini hazırlayarak gereğinin yapılması için Başbakan' a göndermiş.
Atatürk Trabzon'daki Köşk' ten mal varlığını milletine adarken şöyle diyor: ''İnsanın serveti manevi kişiliğinde olmalıdır. Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime vermekten ferahlık duyuyorum.''
Köşk ün bahçesinde gelen ziyaretçiler e yönelik hazırlanmış standlala Trabzon u tanıtıcı broşürler biblolar mevcut.Laz uşakları...
Fındık ve çay satan köylü kızları...
Bahçedeki havuzdan Nilüferler...

Çok etkileyici muhteşem muazzam bi yapı ...

Eylül 22, 2008

Sis bulutlarının içinde bir Uzungöl varmış !!!

Yeni tatil yaklaşırken eski tatil anılarını tozlu raflara gömmeden eklemek istedim...
Uzungöl başka bi alem ''sıcak çok sıcak ,sıcak daha da sıcak olacak '' denilen havada şort tşört gitmişken kendimizi bi anda Sonbahar ın göbeğinde hissettik ,temiz havadan başımız döndü oksijen bolluğundan neye uğradığımızı şaşırdık...
Karadeniz in her türlü yeşiline mavisine alışık biz bi anda çöken sis ve bulut yoğunluğunun ardından şaşakaldık,yağan yağmurla büyülendik...Sabahın yedisinde uyanıp miss gibi havada gölün etrafında bisiklet turu yaptık,Arap turistlerin çokluğuna şaşırdık,mıhlama ve saç da alabalığ a bayıldık ,laz böreği onca aramamıza rağmen bulup tadına bakamadık...
Her biri birbirinden güzel ahşap evler pansiyonlar oteller Uzungöl e çook yakışmışlardı ama gece gölün etrafının karanlık oluşuna aydınlatma yapılmayışına gezenler çin banklar olmamasına bi anlam veremedik.Uzungöl girişinde dilenci ve seyyar satıcıların girmesi yasaktır yazısını ilginç bulmuştuk, gezerken camiden megafonla yardım etmeden geçmeyelim sesleri duyunca şaşırmak bi kenera şoka uğradık ...
Dönüş yolunda birbirinden güzel köyler ,yeşile çokca yakışan minareler ,köprüler , çay bahçeleri arasında huzur bulduk ve yine dedik gelip bu huzuru yaşamalı ,belki o zaman Ayder e de gitmeli...

Eylül 21, 2008

gitmekkk.....

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye,dağlara,uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi,herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle'yanına almak istediğin üç şey'falan yok.
Birkendisi.
Her şeyi,herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim,ötekide olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız 'kalk gidelim',öbür yanımız 'otur'diyor.
'Otur' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
İş,güç,sorumluluk,çoluk çocuk,aile,güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup ucmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borclara girmeler...
işi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi ucmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmezki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu,o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
'Sırtında yumurta küfesi olmak'diye bir deyim vardır;evet,sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmazki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar.
Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe,zaman,keyif...
Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00-akşam18.00.
Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme,içme,barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba Ben her bahar aşık olmam her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun...
gitmek İstemekte güzel

CAN YÜCEL

d.n.... sadece gitmek istemenin diil , yukarda var olan yerlere gitmenin o havayı içine çekmenin güzelliğini de yaşamak istiyor...

Eylül 18, 2008

Rumeli Beğendisi !!!


Biz aramızda '' Özgür Beğendi '' desekte bu yemeğin adı Rumeli Beğendisiymiş... Dün patlıcandan bu tarz bi yemek yapmayı tasarlamış sevgilime de sürpriz bi yemek yapıcam demişken ( kendileri bayılırlar patlıcana ) getirdiği Cumhuriyet Gezinin son sayfasında bu yemeği görünce şok oldum merakla sorduğu ne yapıcaksın sorusuna işte dedim bu yemek...
Rumeli Beğenmiş ama bakalım biz beğenicek miyiz diye düşünürken tadına baktıktan sonra beğenmek mi bayıldık bayıldık demeden geçemedik :)))
Malzemeler :
~ 5 adet patlıcan
~ 250 gr kuşbaşı et
~ 3 domates
~ 1 orta boy soğan
~ 2-3 diş sarımsak
~ 1 tatlı kaşığı biber salçası
~ 1 yemek kaşığı un
~ 1 su bardağı süt
~ 1 kaşık tereyağı
~ kaşar peyniri rendesi
~~ Patlıcanları fırında 250 derecede közleyip soyup, ince ince doğrayıp ,tuzlayıp, hafif limon suyuyla iyice eziyoruz...
~~ Soğanları ince ince ,hafif yağda kavurup, salça,et,domates ve sarımsakları ekleyip, tuz katıp önce harlı sonra kısık ateşte pişiriyoruz ...
~~ Tereyağını eritip unu ekleyip biraz kavurup sütü ekleyerek boza kıvamına gelene kadar karıştırıyoruz, karışımı patlıcanlarla iyice harmanlıyor dilersek etin yanına dilersek üzerine koyup üzerine de kaşar peyniri rendesi dökerek servis yapıyoruz ...
Afiyetler efenimmm ....

Eylül 17, 2008

Tatlıcaa ; çoook güzel bi gündü !!!

Sinop,Sinop tan Erfelek , Erfelekten Tatlıca Takım Şelalelerine varış....Son 7 km çok kötü bi yol değecek mi acaba bu kadar yolu gitmemize diye kara kara düşünen bizler gittikten şelalere tırmanmaya başladıktan buzz gibi suların içinde yer yer halatlarla geçtikten doğa nın içinde kaybolduktan sonra değmez olur mu hem de ne değermiş hatta defalarca gelinip bu keyif tekrar tekrar yaşanırmış diye düşünmeye başladık...
1. Şelale herkesin gördüğü açıklık alanda ,2. ve 3. şelaleye de çok kolay çıkılıp herkes rahatlıkla görebiliyor...
Fakat sonrasında yol birazcık patika halini alıyor kimi yerlerde halatlardan yardım almak gerekebiliyor,yukarda olduğu gibi basamaklar var ama kaygan olduğu için halat kesinlikle emniyetli...
Buz gibi suların içinden geçerek tırmanılan 29 şelale kesinlikle doğa harikası...İnternetten araştırken kesinlikle rehbersiz çıkmayın kaybolabilirsiniz diyordu fakat yaaa kaybolucaz hadi rehber çağıralım diye mızıklanan bana kesinlikle itiraz eden sevgilim sayesinde rehbersiz ama son derece de kolay tırmanabildik,suyu takip ediyosun hepsi ooo...
Arada suların içinden arada dışardan geçe geçe arada da buz gibi suya dalan sevgilimin yerine dona dona 29. şelaleye ulaştık...
Yol üzerindeki manzaralardan bi kaç tanesi değirmen için farklı bi güzergaha çıkıp tekrar dönmek gerekiyor aksi halde tüm şelaleleri göremeyebilirsiniz...29.şelalede sizi buz gibi su ayran ve fırında patates bekliyor o yorgunluktan sonra acaip tatlı geliyo...
Dönüş yolunda çok var mı gitmeye değer mi diyenlere cevabımız kesinlikle değer oluyor kıyafet ve ayakkabı sorununuz yoksa kesinlikle sıkıntı yaşanmıyor ...
Mutlaka ama mutlaka gidin görün şelalelerin 29 una da tırmanın dönüşte de kuzu çevirme yemeyi ihmal etmeyin :))
Sinop bu kadar aslında daha yazıcak çok şey var ama tatil öncesi Trabzon gezimizi de eklemek istiyorum sonrasına taze taze yer kalsın di mi ama ...

Eylül 16, 2008

Dondurmam Şeftaliii !!!

Evett kabul ediyorum uzun zamandır yeni bişeylerr denememiştim ... Bugün şöyle bi bloglar arası gezintiye çıktım ki Serap la turuncu lezzetler de işte bu turuncu lezzetle karşılaştım ve hemen denemeliyim dedim ...

Bayıldık bayıldıkkk...

Dilediğimizce şeftaliyi alıp soyup ikiye bölüp üzerlerini bir yemek kaşığı şekerle kapatıp üzerine de 1 çay bardağı su döküp aleminyum folyoyla da güzelce örtüp önceden ısıtılmış fırında 200 derecede 40 dk pişirip soğuduktan sonra üzerini ceviz ve dondurmayla süsleyip hıımmm hımmmm hımmmm sesleri arasında afiyetle yiyoruz şeftali mevsimi kaçmadan bu lezzeti yakalayınnn...

Eylül 15, 2008

Deniz,Kum ; Kurt Seyt & Shura & Murka !!!



Harika bi hafta sonu ... Seviyorummmm; denizi,güneşi ,gezmeyi,kumsalı ,kumlarda yürümeyi ,uzanmayı ama en çok da kumsalda uzanıp kitap okumayı...

Hele hele de boş tek tük insanların olduğu kumsalın tek edildiği dönemlerde o sakinliğin huzurun içinde kitap okumayı...

Güneş önce pırıl pırılken bi anda ortaya çıkan kara bulutlar ve rüzgar cumartesi bu keyfe izin verse de pazar yeter bu kadar keyif dedi ve maalesef biz de bu yıl için deniz keyfini noktalamış olduk...
Uzun zamandır bu kadar etkisinde kaldığım kitap olmamıştı.O kadar etkileyici ve sürükleyiciydi ki 513 ve 540 sayfalık iki kitabı 5 gün içinde bitirdim...
Cumartesi bitirdim pazar hala etkisindeydim... Kitaptaki tüm olayların gerçek oluşu ise daha bi anlam katıyor...
Kurt Seyt büyük aşkı Shura ve karısı Murka kesin kesin okuyun derim ... En etkileyici kısım...
~~~~ ~~~~~~
''... Ya Shura ? Sevgili Shura .Beraber çektikleri onca sıkıntı ,yeni bir yaşamı sıfırdan başlatma mücadelesinde,birbirlerinin aşklarında tedavi buldukları güzel sevgili ne olmuştu ? Onu nasıl bindirmişti o Paris vapuruna ,bir başka erkeğe teslim edip ? Tanrım ! Deliydi bu hayal görüntüdeki genç. Evleniyordu,Mürvet denilen küçücük İstanbullu kızla .Daha akşamları masal anlatıyor arkadaşlarına küçük kız.Henüz on beşinde .Shura da sadece on altı değil miydi onun aşkını tanıdığında ? Ama öyle farklılardı ki ...
~~~~ ~~~~
Kurt Seyt: Mirza Eminof'un oğlu olarak servet ve ünvanla doğmuştu. Yakışıklıydı, hırslıydı, cesurdu. Çar Nikola'nın Muhafız Alayında genç bir Üsteğmen oluşu onu Bolşeviklerin ölüm listesine dahil etmişti. Kaçarken getirdiği bir taka dolusu silahı Mustafa Kemal'in Kuvay-i Milliyesine teslim ettiğinde, karşılık istemeyecek kadar gururluydu. Hayatına sıfırdan başlarken elinde kalan serveti sadece gururu ve aşkıydı.
.....
Shura: Tchaikovsky nağmelerinin romantizmi ile sarılmış karlı bir Moskova gecesinde, henüz onaltısındayken saf güzelliği, beklentisiz aşkı ile Seyit'in dünyasına girdi. Ailesinin ünvanı, serveti onun da ülkesinde kalmasına yardımcı olamadı. Sevdiği erkekle atıldığı bu macerada bir daha hiç göremeyecekleri vatanlarının, ailelerinin, artık yaşamayacakları geçmişlerinin hasretlerini birbirlerinin aşklarında dindirmeye çalıtılar.
.....
Murka : Kurt Seyt in hayatının bir başka perdesi kıskançlıkları fedakarlıkları ağlamaları .Kapanan sınırların birleştirdiği iki insanın, aşklarına rağmen aşamadıkları yalnızlığı ve anlaşmazlığı, gururun sevgiyi yoran inadını ve kaderin ne kadar acımasız olabildiği...
.....
Hüzünlü hem de çooook.....

Eylül 14, 2008

Tatildennn ; Haala Sinop !!!

Kale den ve sahilden akşam üzeri kareler...
Pervane Medresesi....
Yine kaleden gündüz görüntüleri,Burç kafe çok hoş gece canlı müzik püfür püfür esen ve yıldızların altında '' benim gönlüm sarhoştur '' misali ...
Sol alt kütüphane ne kadar hoş di mi ??? Diğerleri sahildeki parktan...
Ayancık....

Etnografya müzesi beğendik ama yetkililer pek de sıcakkanlı diil di demeden geçemedim...
Sinop gecesi gündüzü midyesi ,mantısı, doğası ,denizi , balığı, tiridi ,rüzgarı dalgası çok keyifli ve lezzetliydi :))))

Eylül 04, 2008

Tarihi Sinop Cezaevi !!!

Bolca hüzün, korku ,ürperti, acıma, üzüntü, kızgınlık gibi pek çok duygu dolaştı durdu koridorlarda bahçede dolaşırken aklımın köşelerinden...
Cezaevi adeta açık hava müzesi görünümünde ama çok da bakımsız maalesef ki her yerde var olan değer bilmezlik burda da mevcut...
Hapishaneyi çevreleyen iç kalede 11 adet burç mevcut .... Burçların yüksekliği 22 metre ve surların yüksekliği ise 18 metre imiş ...Yani kaçmak imkansızzz... 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkanı veren yollar muhafizların gezi yolu olarak kullanılmış...Gözetleme kuleleri etkileyici orda eli silahlı askerlerin bulunduğunu düşünmekse korku verici... Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ile bu gün sapa sağlam ayakta duran ve eski zindan özelliğini yitirmeyen ve bazıları kullanılabilir durumda olan Burçlar bu hali ile görülmesi gerekli kültür varlıklarımızdan... İç kaleyi oluşturan beden ve burçların yapımında Antik devir mimarisine ışık tutacak bol miktarda mimari parçalar kullanılmış...
Zindan çok ürkütücü bi insan nasıl olur da o şartlar altında yaşamış olabilir,düşündürücü...
Pek çok ünlü yatmış Sinop Cezaevinde... Koridorlarda dolaşırken sözlerini orda yatarken Sabahattin Ali nin yazdığı Aldırma Gönül yankılanıyor adeta kulaklarımda...
''... Dışarda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar,
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül aldırma...

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma...''' sözle ne kadarda güzel anlatıyor cezaevini kimler kalmış neler yaşamış ne zor şartlarda ne zor günler geçirmişler diye düşünüp hüzünlenmemek elde diil...

En son kare hala çekimi devam etmekte olan Parmaklıklar altında dizisinin seti olark kullanılan ve özel hazırlanmış koğuş,çok renkli ...

Cezaevinin koridorlarında ,koğuşlarda,bahçesinde dolaşırken dışarda uçan kuşlar, ağaçlar ,çiçekler ,bahçede dolaşan kedi,dalgaların sesi bile farklı düşüncelere sevk ediyor insanı çok çoook hüzün verici...

Eylül 03, 2008

Tatildenn ; Hamsilos Fiyordu,Akliman,İnceburun !!!

Fiyordları ile ünlü kuzey ülkesi Norveç'i imrendirecek bir fiyord, Hamsilos...Hemen hemen eşi benzeri bulunmayan bir doğa yolculuğu...
Hamsilos fiyordunun öncesinde "Ak liman" adını taşıyan denizin içeri doğru haliç yaptığı olağanüstü bir doğa parçası var. Tekneler karşılıklı dizili, uyuyor gibi. Milli Park statüsündeki piknik alanında yemyeşil çimler ve ağaçların etrafına serpiştirilmiş banklı ahşap masaların yanıbaşına park etme imkanı bulunuyor. Hiç dalganın olmadığı, balıkçıların sakin ve ritmik bir biçimde ağları ayıkladığı bu cennette, insan fotoğraf çekmeye doyamıyor.Tabir yerindeyse 1 saat önce geçen teknenin izi hala duruyor...

Hamsilos, büyükçe bir göl görünümünde denize açılan bir geçiş kanalı var ve merak uyandırıyor. Çevresi yemyeşil, yamaçlar ağaçlarla kaplı ve piknik alanı, gün doğumundan gün batımına kadar güzel. Fiyordların oluşumu: Fiyordlar, dağların yamaçları arasında karanın içlerine uzanan ince uzun deniz kollarının, oyulan vadileri deniz suyuyla doldurmasıyla oluşuyor. Karadeniz'de dalgalar kıyıları sürekli döverken, kayalara vuran dalgalar kaya tabanını oyup üstte kalan bölümün çökmesine neden oluyor. Düşen parçalar yine dalgaların etkisiyle, akıntılarla küçülüp yayılarak denize taşınıyor ve bu şekilde kıyı şekilleri belirleniyor.

Türkiye'nin en kuzey noktası olan, Karadeniz kıyısındaki İnceburun...Sinop a geldiğimizden beri yer yer var olan sadece son gün görmediğimiz hırçın dalgalar burda da mevcut...Fenerleri hep sevmişimdir İnceburun feneri de çok etkileyici...

Hele Hamsilos gerçek bi doğa harikası insanın oturup dalgaları izlemesi o sesi duyması bile çok huzur verici ,fiyordun iç kısımlarında denize girenlere imrenmek de başka bi keyif...

Önce Akliman sonra Hamsilos ve sonra İnceburun diyerek ve sonunda da sakin sulara kendimizi bırakarak günü noktalıyoruz...


Eylül 02, 2008

Tatil'denn ; Gerze !!!

Selammm!!!!
Uzun bi aradan sonra döndüm ben,bol resim ve birikmişle,şimdi kara kara düşünülmekte o birikim nasıl aktarılacak bu sayfalara...
Sinop turumuzun ilk durağı Gerze'ydi minicik şirin mi şirin bi ilçe ...Karadeniz in azgın dalgaları var olduğu için gidişte olmasa da dönüşte ki yaklaşık 1 hafta sonraya denk gelir deniz in keyfine de varabildik Gerze de muhteşemdi :))

Tipik bi sahil kasabası Gerze biz çok sevimli bulduk sokaklarında dolaşmak bi tarafta denize girenleri görmek diğer tarafa geçince dalgaların dövdüğü kıyı sahilini izlemek sonrasında Sinop ta da bu manzarayla sıkça karşılaşıp hayran kalmak,çok hoştu...
Birbirinin benzeri olan minik evleri ,limana demirli sandalları,lila cafe yi,bizi çocukluğumuza götüren eski tip çocuk parkını,her yıl şampiyona göre renklerini değiştiren çeşmeyi çoooook sevdik.... Ama kıskançlıktan fotoğraflamadık :)))

'' Karadeniz Bölgesi'nin gezmeye görmeye değer, tarihi ve tabiat güzellikleri ile dolu olan Gerze ilçesi, antik çağlardan bu yana toplumlar tarafından yerleşme ve barınak yeri olarak seçilmiş. MÖ. 1400 yıllarında Gaşgalılar (Gasgaslar) tarafından küçük bir köy olarak kurulan şirin sahil ilçesi Gerze, daha sonra Paflagonya Devleti'nin eline geçmiş, sırasıyla da Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Büyük İskender, Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine girmiş. 1214 yılında I.İzzettin Keykavus zamanında Selçuklu Devleti'nin hakimiyetine giren Gerze, bir ara Trabzon Rum İmparatorluğu'nun eline geçmiş, 1459 yılında da Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmış. Kayıtlardan ilçenin eski adının Zagora, Gürzühatun, Savetova, Argibete olduğu anlaşılmaktadır, bilindiği üzere Paflagonyalılar Kızılırmak'ın batı yöresine mızraklılar ülkesi anlamına gelen Gezonolit adını vermişlerdir. Gerze adının buradan geldiği sanılmaktadır. '' diyor Gerze Feneri adlı site...
Bi sonraki yazıda ama en kısa zamanda görüşmek üzere :))

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails