Eylül 26, 2008
Şeker Bayramı !!!
İyi bayramlar,bol bol şeker yeyin !!!
Eylül 25, 2008
Saint - Sophia Müzesi !!!
İngiliz seyyah ve araştırmacı G.Finlay tarafından 1427 yılına tarihlenen çan kulesi kilisesinin batısında yer almaktadır. Kilisenin kuzeyinde bulunan üç apsisli şapel kalıntısı ise daha erken bir döneme ait olmalıdır.
Ayasofya’nın süslemelerinin önemli bölümünü meydana getiren fresklerde İncil’den alınmış konular canlandırılmış. Kubbede ana tasvir Hz. İsa’nın tanrısal yönünü aksettiren pantacrator İsa’dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Pencere aralarında oniki havari tasvir edilmiş. İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiş.
Ayasofya uzun tarihi geçmişi, merkezi planlı yapısı, yüksek kasnaklı kubbesi, dairesel ve çokgen apsisleri, görkemli portikleri, taş işçiliği ve freskleri ile tarihi değerinin yanısıra sanat tarihi açısından da önemli bir abide olarak günümüzde yaşamaktadır...
Eylül 24, 2008
Bulutlardaki Manastır !!!
“Bizi yukarılara, gitgide yukarılara çıkaran yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Sık ağaçların arasından tepeye tırmanıyorduk. İnce bir yağmur boşlukta asılı kalmış gibiydi. Tırmandıkça, yeşil bir elbiseden sarkan beyaz püsküller gibi yamaçlardan inip vadideki nehre karışan çağlayanların sesi daha az duyuluyordu. Bacak kaslarımızın yakınmaya başladığı bir anda, yeşil yaprakların aralandığı yerden manastırı gördük. Benim gördüğüm, bir manastır değil, taşta uyuyan bir düş, bir kaya ütopyası idi. Manastıra çıktığımda, şaşkınlığımın kanatlı atları gökyüzünün griliğine dağılıyordu. Kayaların karnına gömülmüş manastır kalıntıları, derin bir uçuruma bakıyordu. Yukarılardan, kayaların arasından manastırın içine sular damlıyor, değişik dinlerden insanlar ayazmadan su içip dilek diliyorlardı. Fresklerin bir bölümü, yıllar önce pasta gibi kesilip kim bilir nereye kaçırılmıştı Yirmi beş yıl önce, Maçka’da Sumela Manastırı’nı ilk görüşümde günlüğüme böyle yazmıştım. Tarsicio Succi da Verica’nın ‘Bulutlardaki Manastır’ olarak adlandırdığı Sumela Manastırı’nın ilk bölümlerinin Bizans İmparatoru Justiniaus tarafından yaptırıldığı söylense de elde kesin bir bilgi yok. Ama, 1340’da Trabzon İmparatoru Alexios Komnenos taç giyme törenini kayalara bir taç gibi yerleştirilmiş bu yapıda düzenlemiş; hatta büyük güneş tutulmasını da buradan izlemişti. Sumela Manastırı’nın geçmişinin gizemli öykülerle dolu oluşu, onu bulunduğu yer kadar çekici kılar. Manastırda bulunan ve İncil yazarı Loukas’ın yaptığına inanılan Meryem Ana ikonasının Atina’ya kaçırılışından Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’i bozguna uğrattıktan sonra manastıra armağan ettiği altın şamdanın akıbetine kadar birçok olay dilden dile dolaşır. Ve bütün bunların ötesinde, bugün “Türkiye’yi yurtdışında tanıtan on turistik fotoğraf seçin” deseler, onlardan biri mutlaka Sumela Manastırı’nınki olur.
Sümela en güzel AKGÜN AKOVA nın bu yazısıyla anlatılır diye düşündüm.Fazla söze ne gerek hayret uyandıracak kadar büyüleyici ...
Eylül 23, 2008
Muhteşemm; Atatürk Köşkü !!!
Kattaki mekanlara geçit veren giriş katı salonunda Atatürk' ün 15 Eylül 1924 tarihi akşamı Belediyece verilen yemekte yaptığı konuşmalarının metni asılı. Salonun kuzey girişindeki dinlenme odasında büyük önder mal varlığının büyük bir bölümünü millete armağan etme kararını imzalamış.
Birinci katta çalışma odası, büyük yatak odası, bekleme odası ve toplantı odası vardır. Bu odalara geçit veren salon duvarlarında Atatürk'ün değişik yurt gezilerine ait fotoğrafları ve bizzat kendi kurşun kalem işaretlerinin bulunduğu Türkiye haritası bulunmaktadır.
İkinci katta ise salon ve salona açılan iki oda bulunmaktadır.
Büyük önder Atatürk Trabzon'u üç kez ziyaret etmiştir.
Atatürk Eylül 1924 tarihinde Trabzon'a ilk ziyaretini gerçekleştirdi. 15 Eylülde Trabzon Belediyesi'ne ve 3. Genel Müfettişliği ziyaretlerinden sonra Soğuksu' ya gezi amaçlı götürülmüş ve burada dinlenmek için durmuş.
Atatürk ikinci kez Kasım 1930'da Trabzon'u tekrar onurlandırdığında Köşk'te ağırlanmış ve çok memnun kalmış.
Büyük Önder Haziran 1937 tarihinde Trabzon'u üçüncü kez ziyaretlerinde kendisi için hazırlanan Köşkte iki gece kalmış. 11 Haziran gecesi Köşk'te bütün mal varlığını, canından çok sevdiği Türk Ulusuna armağan etme kararı almış olan Atatürk mal varlığının bir listesini hazırlayarak gereğinin yapılması için Başbakan' a göndermiş.
Atatürk Trabzon'daki Köşk' ten mal varlığını milletine adarken şöyle diyor: ''İnsanın serveti manevi kişiliğinde olmalıdır. Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime vermekten ferahlık duyuyorum.''
Köşk ün bahçesinde gelen ziyaretçiler e yönelik hazırlanmış standlala Trabzon u tanıtıcı broşürler biblolar mevcut.Laz uşakları...
Fındık ve çay satan köylü kızları...
Bahçedeki havuzdan Nilüferler...
Çok etkileyici muhteşem muazzam bi yapı ...
Eylül 22, 2008
Sis bulutlarının içinde bir Uzungöl varmış !!!
Uzungöl başka bi alem ''sıcak çok sıcak ,sıcak daha da sıcak olacak '' denilen havada şort tşört gitmişken kendimizi bi anda Sonbahar ın göbeğinde hissettik ,temiz havadan başımız döndü oksijen bolluğundan neye uğradığımızı şaşırdık...
Karadeniz in her türlü yeşiline mavisine alışık biz bi anda çöken sis ve bulut yoğunluğunun ardından şaşakaldık,yağan yağmurla büyülendik...Sabahın yedisinde uyanıp miss gibi havada gölün etrafında bisiklet turu yaptık,Arap turistlerin çokluğuna şaşırdık,mıhlama ve saç da alabalığ a bayıldık ,laz böreği onca aramamıza rağmen bulup tadına bakamadık...
Her biri birbirinden güzel ahşap evler pansiyonlar oteller Uzungöl e çook yakışmışlardı ama gece gölün etrafının karanlık oluşuna aydınlatma yapılmayışına gezenler çin banklar olmamasına bi anlam veremedik.Uzungöl girişinde dilenci ve seyyar satıcıların girmesi yasaktır yazısını ilginç bulmuştuk, gezerken camiden megafonla yardım etmeden geçmeyelim sesleri duyunca şaşırmak bi kenera şoka uğradık ...
Dönüş yolunda birbirinden güzel köyler ,yeşile çokca yakışan minareler ,köprüler , çay bahçeleri arasında huzur bulduk ve yine dedik gelip bu huzuru yaşamalı ,belki o zaman Ayder e de gitmeli...
Eylül 21, 2008
gitmekkk.....
Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye,dağlara,uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi,herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle'yanına almak istediğin üç şey'falan yok.
Birkendisi.
Her şeyi,herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim,ötekide olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız 'kalk gidelim',öbür yanımız 'otur'diyor.
'Otur' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
İş,güç,sorumluluk,çoluk çocuk,aile,güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup ucmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borclara girmeler...
işi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi ucmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmezki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu,o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
'Sırtında yumurta küfesi olmak'diye bir deyim vardır;evet,sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmazki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar.
Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe,zaman,keyif...
Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00-akşam18.00.
Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme,içme,barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba Ben her bahar aşık olmam her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun...
gitmek İstemekte güzel
CAN YÜCEL
d.n.... sadece gitmek istemenin diil , yukarda var olan yerlere gitmenin o havayı içine çekmenin güzelliğini de yaşamak istiyor...
Eylül 18, 2008
Rumeli Beğendisi !!!
Eylül 17, 2008
Tatlıcaa ; çoook güzel bi gündü !!!
1. Şelale herkesin gördüğü açıklık alanda ,2. ve 3. şelaleye de çok kolay çıkılıp herkes rahatlıkla görebiliyor...
Fakat sonrasında yol birazcık patika halini alıyor kimi yerlerde halatlardan yardım almak gerekebiliyor,yukarda olduğu gibi basamaklar var ama kaygan olduğu için halat kesinlikle emniyetli...
Buz gibi suların içinden geçerek tırmanılan 29 şelale kesinlikle doğa harikası...İnternetten araştırken kesinlikle rehbersiz çıkmayın kaybolabilirsiniz diyordu fakat yaaa kaybolucaz hadi rehber çağıralım diye mızıklanan bana kesinlikle itiraz eden sevgilim sayesinde rehbersiz ama son derece de kolay tırmanabildik,suyu takip ediyosun hepsi ooo...
Arada suların içinden arada dışardan geçe geçe arada da buz gibi suya dalan sevgilimin yerine dona dona 29. şelaleye ulaştık...
Eylül 16, 2008
Dondurmam Şeftaliii !!!
Bayıldık bayıldıkkk...
Dilediğimizce şeftaliyi alıp soyup ikiye bölüp üzerlerini bir yemek kaşığı şekerle kapatıp üzerine de 1 çay bardağı su döküp aleminyum folyoyla da güzelce örtüp önceden ısıtılmış fırında 200 derecede 40 dk pişirip soğuduktan sonra üzerini ceviz ve dondurmayla süsleyip hıımmm hımmmm hımmmm sesleri arasında afiyetle yiyoruz şeftali mevsimi kaçmadan bu lezzeti yakalayınnn...
Eylül 15, 2008
Deniz,Kum ; Kurt Seyt & Shura & Murka !!!
Eylül 14, 2008
Tatildennn ; Haala Sinop !!!
Yine kaleden gündüz görüntüleri,Burç kafe çok hoş gece canlı müzik püfür püfür esen ve yıldızların altında '' benim gönlüm sarhoştur '' misali ...
Sol alt kütüphane ne kadar hoş di mi ??? Diğerleri sahildeki parktan...
Ayancık....
Etnografya müzesi beğendik ama yetkililer pek de sıcakkanlı diil di demeden geçemedim...
Eylül 04, 2008
Tarihi Sinop Cezaevi !!!
Cezaevi adeta açık hava müzesi görünümünde ama çok da bakımsız maalesef ki her yerde var olan değer bilmezlik burda da mevcut...
Hapishaneyi çevreleyen iç kalede 11 adet burç mevcut .... Burçların yüksekliği 22 metre ve surların yüksekliği ise 18 metre imiş ...Yani kaçmak imkansızzz... 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkanı veren yollar muhafizların gezi yolu olarak kullanılmış...Gözetleme kuleleri etkileyici orda eli silahlı askerlerin bulunduğunu düşünmekse korku verici... Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ile bu gün sapa sağlam ayakta duran ve eski zindan özelliğini yitirmeyen ve bazıları kullanılabilir durumda olan Burçlar bu hali ile görülmesi gerekli kültür varlıklarımızdan... İç kaleyi oluşturan beden ve burçların yapımında Antik devir mimarisine ışık tutacak bol miktarda mimari parçalar kullanılmış...
Zindan çok ürkütücü bi insan nasıl olur da o şartlar altında yaşamış olabilir,düşündürücü...
Pek çok ünlü yatmış Sinop Cezaevinde... Koridorlarda dolaşırken sözlerini orda yatarken Sabahattin Ali nin yazdığı Aldırma Gönül yankılanıyor adeta kulaklarımda...
''... Dışarda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar,
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül aldırma...
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma...''' sözle ne kadarda güzel anlatıyor cezaevini kimler kalmış neler yaşamış ne zor şartlarda ne zor günler geçirmişler diye düşünüp hüzünlenmemek elde diil...
En son kare hala çekimi devam etmekte olan Parmaklıklar altında dizisinin seti olark kullanılan ve özel hazırlanmış koğuş,çok renkli ...
Cezaevinin koridorlarında ,koğuşlarda,bahçesinde dolaşırken dışarda uçan kuşlar, ağaçlar ,çiçekler ,bahçede dolaşan kedi,dalgaların sesi bile farklı düşüncelere sevk ediyor insanı çok çoook hüzün verici...
Eylül 03, 2008
Tatildenn ; Hamsilos Fiyordu,Akliman,İnceburun !!!
Hamsilos fiyordunun öncesinde "Ak liman" adını taşıyan denizin içeri doğru haliç yaptığı olağanüstü bir doğa parçası var. Tekneler karşılıklı dizili, uyuyor gibi. Milli Park statüsündeki piknik alanında yemyeşil çimler ve ağaçların etrafına serpiştirilmiş banklı ahşap masaların yanıbaşına park etme imkanı bulunuyor. Hiç dalganın olmadığı, balıkçıların sakin ve ritmik bir biçimde ağları ayıkladığı bu cennette, insan fotoğraf çekmeye doyamıyor.Tabir yerindeyse 1 saat önce geçen teknenin izi hala duruyor...
Hamsilos, büyükçe bir göl görünümünde denize açılan bir geçiş kanalı var ve merak uyandırıyor. Çevresi yemyeşil, yamaçlar ağaçlarla kaplı ve piknik alanı, gün doğumundan gün batımına kadar güzel. Fiyordların oluşumu: Fiyordlar, dağların yamaçları arasında karanın içlerine uzanan ince uzun deniz kollarının, oyulan vadileri deniz suyuyla doldurmasıyla oluşuyor. Karadeniz'de dalgalar kıyıları sürekli döverken, kayalara vuran dalgalar kaya tabanını oyup üstte kalan bölümün çökmesine neden oluyor. Düşen parçalar yine dalgaların etkisiyle, akıntılarla küçülüp yayılarak denize taşınıyor ve bu şekilde kıyı şekilleri belirleniyor.
Türkiye'nin en kuzey noktası olan, Karadeniz kıyısındaki İnceburun...Sinop a geldiğimizden beri yer yer var olan sadece son gün görmediğimiz hırçın dalgalar burda da mevcut...Fenerleri hep sevmişimdir İnceburun feneri de çok etkileyici...
Hele Hamsilos gerçek bi doğa harikası insanın oturup dalgaları izlemesi o sesi duyması bile çok huzur verici ,fiyordun iç kısımlarında denize girenlere imrenmek de başka bi keyif...
Önce Akliman sonra Hamsilos ve sonra İnceburun diyerek ve sonunda da sakin sulara kendimizi bırakarak günü noktalıyoruz...
Eylül 02, 2008
Tatil'denn ; Gerze !!!
Uzun bi aradan sonra döndüm ben,bol resim ve birikmişle,şimdi kara kara düşünülmekte o birikim nasıl aktarılacak bu sayfalara...
Sinop turumuzun ilk durağı Gerze'ydi minicik şirin mi şirin bi ilçe ...Karadeniz in azgın dalgaları var olduğu için gidişte olmasa da dönüşte ki yaklaşık 1 hafta sonraya denk gelir deniz in keyfine de varabildik Gerze de muhteşemdi :))
Tipik bi sahil kasabası Gerze biz çok sevimli bulduk sokaklarında dolaşmak bi tarafta denize girenleri görmek diğer tarafa geçince dalgaların dövdüğü kıyı sahilini izlemek sonrasında Sinop ta da bu manzarayla sıkça karşılaşıp hayran kalmak,çok hoştu...
Birbirinin benzeri olan minik evleri ,limana demirli sandalları,lila cafe yi,bizi çocukluğumuza götüren eski tip çocuk parkını,her yıl şampiyona göre renklerini değiştiren çeşmeyi çoooook sevdik.... Ama kıskançlıktan fotoğraflamadık :)))
'' Karadeniz Bölgesi'nin gezmeye görmeye değer, tarihi ve tabiat güzellikleri ile dolu olan Gerze ilçesi, antik çağlardan bu yana toplumlar tarafından yerleşme ve barınak yeri olarak seçilmiş. MÖ. 1400 yıllarında Gaşgalılar (Gasgaslar) tarafından küçük bir köy olarak kurulan şirin sahil ilçesi Gerze, daha sonra Paflagonya Devleti'nin eline geçmiş, sırasıyla da Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Büyük İskender, Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine girmiş. 1214 yılında I.İzzettin Keykavus zamanında Selçuklu Devleti'nin hakimiyetine giren Gerze, bir ara Trabzon Rum İmparatorluğu'nun eline geçmiş, 1459 yılında da Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmış. Kayıtlardan ilçenin eski adının Zagora, Gürzühatun, Savetova, Argibete olduğu anlaşılmaktadır, bilindiği üzere Paflagonyalılar Kızılırmak'ın batı yöresine mızraklılar ülkesi anlamına gelen Gezonolit adını vermişlerdir. Gerze adının buradan geldiği sanılmaktadır. '' diyor Gerze Feneri adlı site...