Bloğumuz kısa süreli tatile girmiştir... Blog yöneticimiz Kapadokya yolcusudur.... Kapadokya da ne yenir , nerde kalınır , nereler gezilir bileniniz varsa önerilerinizi beklemektedir :))İyi bayramlar,bol bol şeker yeyin !!!
Bloğumuz kısa süreli tatile girmiştir... Blog yöneticimiz Kapadokya yolcusudur.... Kapadokya da ne yenir , nerde kalınır , nereler gezilir bileniniz varsa önerilerinizi beklemektedir :))
Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon İmparatorluğu krallarından 1.Manuel Komnenos zamanında inşa edilmiş. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethini takiben yapı, camiye çevrilmiş ve vakıf eser olmuş. Ayasofya, yüzyıllar boyunca şehri ziyarete gelen seyyah ve araştırmacıların ilgisini çekmiş. 1864 yılında harap durumda olan caminin Bursa’lı Rıza Efendi’nin teşvikleriyle yeni baştan onarılmış. I. Dünya Savaşı yıllarında sırasıyla depo, hastane, daha sonraları yine cami olarak kullanılmış.
Geç Bizans kiliselerinin güzel bir örneği olan yapı, kare-haç planlıdır ve yüksek bir merkezi kubbeye sahip. Yapının kuzey, batı ve güneyinde üç revaklı giriş bulunmaktadır. Kubbe ve kasnağı oniki köşelidir. Kubbe monoblok dört mermer sütun, kemerler ve pandantiflerle taşınmaktadır. Yapı ana kubbenin etrafında değişik tonozlarla örtülmüş, çatı farklı yükseklikler verilerek kiremitle kaplanmıştır. Üstün bir işçiliğin görüldüğü taş plastiklerde, hıristiyan sanatının yanısıra Selçuklu dönemi İslam sanatının da etkileri görülmektedir. Kuzey ve batıdaki revak cephelerinde görülen geometrik geçmeli bezemeleri içeren madalyonlarla, batı cephede görülen mukarnaslı nişler Selçuklu taş işlemelerindeki özellikleri taşımaktadır. Binanın en görkemli cephesi güneyidir. Burada Adem’le Havva’nın yaratılışı kabartma olarak bir friz halinde anlatılmıştır.
İngiliz seyyah ve araştırmacı G.Finlay tarafından 1427 yılına tarihlenen çan kulesi kilisesinin batısında yer almaktadır. Kilisenin kuzeyinde bulunan üç apsisli şapel kalıntısı ise daha erken bir döneme ait olmalıdır.
Ayasofya’nın süslemelerinin önemli bölümünü meydana getiren fresklerde İncil’den alınmış konular canlandırılmış. Kubbede ana tasvir Hz. İsa’nın tanrısal yönünü aksettiren pantacrator İsa’dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Pencere aralarında oniki havari tasvir edilmiş. İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiş.
Maçka’da yeşilin kaç tonu vardır kim bilir? Çayırda başka, eğreltiotunda başka, mısır yaprağında başka, çam ağaçlarında bambaşka...
“Bizi yukarılara, gitgide yukarılara çıkaran yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Sık ağaçların arasından tepeye tırmanıyorduk. İnce bir yağmur boşlukta asılı kalmış gibiydi. Tırmandıkça, yeşil bir elbiseden sarkan beyaz püsküller gibi yamaçlardan inip vadideki nehre karışan çağlayanların sesi daha az duyuluyordu. Bacak kaslarımızın yakınmaya başladığı bir anda, yeşil yaprakların aralandığı yerden manastırı gördük. Benim gördüğüm, bir manastır değil, taşta uyuyan bir düş, bir kaya ütopyası idi. Manastıra çıktığımda, şaşkınlığımın kanatlı atları gökyüzünün griliğine dağılıyordu. Kayaların karnına gömülmüş manastır kalıntıları, derin bir uçuruma bakıyordu. Yukarılardan, kayaların arasından manastırın içine sular damlıyor, değişik dinlerden insanlar ayazmadan su içip dilek diliyorlardı. Fresklerin bir bölümü, yıllar önce pasta gibi kesilip kim bilir nereye kaçırılmıştı
Yirmi beş yıl önce, Maçka’da Sumela Manastırı’nı ilk görüşümde günlüğüme böyle yazmıştım. Tarsicio Succi da Verica’nın ‘Bulutlardaki Manastır’ olarak adlandırdığı Sumela Manastırı’nın ilk bölümlerinin Bizans İmparatoru Justiniaus tarafından yaptırıldığı söylense de elde kesin bir bilgi yok. Ama, 1340’da Trabzon İmparatoru Alexios Komnenos taç giyme törenini kayalara bir taç gibi yerleştirilmiş bu yapıda düzenlemiş; hatta büyük güneş tutulmasını da buradan izlemişti. Sumela Manastırı’nın geçmişinin gizemli öykülerle dolu oluşu, onu bulunduğu yer kadar çekici kılar. Manastırda bulunan ve İncil yazarı Loukas’ın yaptığına inanılan Meryem Ana ikonasının Atina’ya kaçırılışından Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’i bozguna uğrattıktan sonra manastıra armağan ettiği altın şamdanın akıbetine kadar birçok olay dilden dile dolaşır.
Ve bütün bunların ötesinde, bugün “Türkiye’yi yurtdışında tanıtan on turistik fotoğraf seçin” deseler, onlardan biri mutlaka Sumela Manastırı’nınki olur.
Sümela en güzel AKGÜN AKOVA nın bu yazısıyla anlatılır diye düşündüm.Fazla söze ne gerek hayret uyandıracak kadar büyüleyici ...
Köşk, 19. yüzyıl başlarında Trabzon'a hakim Soğuksu Sırtlarında Konstantin Kabayanidis tarafından yazlık olarak yaptırılmış. Avrupa ve Batı Rönesans mimarisinin etkilerini taşıyan binada büyük ve gösterişli Avrupa simgeleri kullanılmış. Atatürk Köşkü, bodrum katıyla birlikte 4 katlı tesçilli bir yapı. Giriş katında oturma odası, dinlenme odası, yemek odası ve misafir odası bulunmakta.
Köşk ün bahçesinde gelen ziyaretçiler e yönelik hazırlanmış standlala Trabzon u tanıtıcı broşürler biblolar mevcut.Laz uşakları...
Fındık ve çay satan köylü kızları...
Bahçedeki havuzdan Nilüferler...
Yeni tatil yaklaşırken eski tatil anılarını tozlu raflara gömmeden eklemek istedim...
Karadeniz in her türlü yeşiline mavisine alışık biz bi anda çöken sis ve bulut yoğunluğunun ardından şaşakaldık,yağan yağmurla büyülendik...Sabahın yedisinde uyanıp miss gibi havada gölün etrafında bisiklet turu yaptık,Arap turistlerin çokluğuna şaşırdık,mıhlama ve saç da alabalığ a bayıldık ,laz böreği onca aramamıza rağmen bulup tadına bakamadık...
Her biri birbirinden güzel ahşap evler pansiyonlar oteller Uzungöl e çook yakışmışlardı ama gece gölün etrafının karanlık oluşuna aydınlatma yapılmayışına gezenler çin banklar olmamasına bi anlam veremedik.Uzungöl girişinde dilenci ve seyyar satıcıların girmesi yasaktır yazısını ilginç bulmuştuk, gezerken camiden megafonla yardım etmeden geçmeyelim sesleri duyunca şaşırmak bi kenera şoka uğradık ...
Dönüş yolunda birbirinden güzel köyler ,yeşile çokca yakışan minareler ,köprüler , çay bahçeleri arasında huzur bulduk ve yine dedik gelip bu huzuru yaşamalı ,belki o zaman Ayder e de gitmeli...
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.CAN YÜCEL
d.n.... sadece gitmek istemenin diil , yukarda var olan yerlere gitmenin o havayı içine çekmenin güzelliğini de yaşamak istiyor...

Sinop,Sinop tan Erfelek , Erfelekten Tatlıca Takım Şelalelerine varış....Son 7 km çok kötü bi yol değecek mi acaba bu kadar yolu gitmemize diye kara kara düşünen bizler gittikten şelalere tırmanmaya başladıktan buzz gibi suların içinde yer yer halatlarla geçtikten doğa nın içinde kaybolduktan sonra değmez olur mu hem de ne değermiş hatta defalarca gelinip bu keyif tekrar tekrar yaşanırmış diye düşünmeye başladık...
1. Şelale herkesin gördüğü açıklık alanda ,2. ve 3. şelaleye de çok kolay çıkılıp herkes rahatlıkla görebiliyor...
Fakat sonrasında yol birazcık patika halini alıyor kimi yerlerde halatlardan yardım almak gerekebiliyor,yukarda olduğu gibi basamaklar var ama kaygan olduğu için halat kesinlikle emniyetli...
Buz gibi suların içinden geçerek tırmanılan 29 şelale kesinlikle doğa harikası...İnternetten araştırken kesinlikle rehbersiz çıkmayın kaybolabilirsiniz diyordu fakat yaaa kaybolucaz hadi rehber çağıralım diye mızıklanan bana kesinlikle itiraz eden sevgilim sayesinde rehbersiz ama son derece de kolay tırmanabildik,suyu takip ediyosun hepsi ooo...
Arada suların içinden arada dışardan geçe geçe arada da buz gibi suya dalan sevgilimin yerine dona dona 29. şelaleye ulaştık...
Yol üzerindeki manzaralardan bi kaç tanesi değirmen için farklı bi güzergaha çıkıp tekrar dönmek gerekiyor aksi halde tüm şelaleleri göremeyebilirsiniz...29.şelalede sizi buz gibi su ayran ve fırında patates bekliyor o yorgunluktan sonra acaip tatlı geliyo...
Evett kabul ediyorum uzun zamandır yeni bişeylerr denememiştim ... Bugün şöyle bi bloglar arası gezintiye çıktım ki Serap la turuncu lezzetler de işte bu turuncu lezzetle karşılaştım ve hemen denemeliyim dedim ...
Kale den ve sahilden akşam üzeri kareler...
Pervane Medresesi....
Yine kaleden gündüz görüntüleri,Burç kafe çok hoş gece canlı müzik püfür püfür esen ve yıldızların altında '' benim gönlüm sarhoştur '' misali ...
Sol alt kütüphane ne kadar hoş di mi ??? Diğerleri sahildeki parktan...
Ayancık....
Bolca hüzün, korku ,ürperti, acıma, üzüntü, kızgınlık gibi pek çok duygu dolaştı durdu koridorlarda bahçede dolaşırken aklımın köşelerinden...
Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ile bu gün sapa sağlam ayakta duran ve eski zindan özelliğini yitirmeyen ve bazıları kullanılabilir durumda olan Burçlar bu hali ile görülmesi gerekli kültür varlıklarımızdan... İç kaleyi oluşturan beden ve burçların yapımında Antik devir mimarisine ışık tutacak bol miktarda mimari parçalar kullanılmış...
Pek çok ünlü yatmış Sinop Cezaevinde... Koridorlarda dolaşırken sözlerini orda yatarken Sabahattin Ali nin yazdığı Aldırma Gönül yankılanıyor adeta kulaklarımda...
En son kare hala çekimi devam etmekte olan Parmaklıklar altında dizisinin seti olark kullanılan ve özel hazırlanmış koğuş,çok renkli ...
Cezaevinin koridorlarında ,koğuşlarda,bahçesinde dolaşırken dışarda uçan kuşlar, ağaçlar ,çiçekler ,bahçede dolaşan kedi,dalgaların sesi bile farklı düşüncelere sevk ediyor insanı çok çoook hüzün verici...
Fiyordları ile ünlü kuzey ülkesi Norveç'i imrendirecek bir fiyord, Hamsilos...Hemen hemen eşi benzeri bulunmayan bir doğa yolculuğu...
Hamsilos, büyükçe bir göl görünümünde denize açılan bir geçiş kanalı var ve merak uyandırıyor. Çevresi yemyeşil, yamaçlar ağaçlarla kaplı ve piknik alanı, gün doğumundan gün batımına kadar güzel. Fiyordların oluşumu: Fiyordlar, dağların yamaçları arasında karanın içlerine uzanan ince uzun deniz kollarının, oyulan vadileri deniz suyuyla doldurmasıyla oluşuyor. Karadeniz'de dalgalar kıyıları sürekli döverken, kayalara vuran dalgalar kaya tabanını oyup üstte kalan bölümün çökmesine neden oluyor. Düşen parçalar yine dalgaların etkisiyle, akıntılarla küçülüp yayılarak denize taşınıyor ve bu şekilde kıyı şekilleri belirleniyor.
Türkiye'nin en kuzey noktası olan, Karadeniz kıyısındaki İnceburun...Sinop a geldiğimizden beri yer yer var olan sadece son gün görmediğimiz hırçın dalgalar burda da mevcut...Fenerleri hep sevmişimdir İnceburun feneri de çok etkileyici...
Hele Hamsilos gerçek bi doğa harikası insanın oturup dalgaları izlemesi o sesi duyması bile çok huzur verici ,fiyordun iç kısımlarında denize girenlere imrenmek de başka bi keyif...
Önce Akliman sonra Hamsilos ve sonra İnceburun diyerek ve sonunda da sakin sulara kendimizi bırakarak günü noktalıyoruz...
Selammm!!!!
'' Karadeniz Bölgesi'nin gezmeye görmeye değer, tarihi ve tabiat güzellikleri ile dolu olan Gerze ilçesi, antik çağlardan bu yana toplumlar tarafından yerleşme ve barınak yeri olarak seçilmiş. MÖ. 1400 yıllarında Gaşgalılar (Gasgaslar) tarafından küçük bir köy olarak kurulan şirin sahil ilçesi Gerze, daha sonra Paflagonya Devleti'nin eline geçmiş, sırasıyla da Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Büyük İskender, Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine girmiş. 1214 yılında I.İzzettin Keykavus zamanında Selçuklu Devleti'nin hakimiyetine giren Gerze, bir ara Trabzon Rum İmparatorluğu'nun eline geçmiş, 1459 yılında da Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmış. Kayıtlardan ilçenin eski adının Zagora, Gürzühatun, Savetova, Argibete olduğu anlaşılmaktadır, bilindiği üzere Paflagonyalılar Kızılırmak'ın batı yöresine mızraklılar ülkesi anlamına gelen Gezonolit adını vermişlerdir. Gerze adının buradan geldiği sanılmaktadır. '' diyor Gerze Feneri adlı site...